
Yaşanmadıkça bilinmeyecek olaylar serisine bir halka daha eklendi kanımca.
Cinselliğin tabu olduğu memleketimde pişmiş tavuğun başına gelmeyen olaylar silsilesi yakamıza nasılda nefretle yapışıyor. Nasıl bir ruh halidir bu etrafımızdaki tabuları yıkmaya yönelik?
Küçüklükten bastırılmışız bir kere, cinselliğimize küstürülmüşüz. Ayıp! Demişiz hep. Mahalle baskısı ile önünü kesmeye çalışmışız. Üç beş kız bir araya geldiğinde masumane kahkahalar yükselirken elimizde o**pu etiketi ile alınlarına alınlarına vurmuşuz. Başınızda bir erkek bulunsun diye evin en küçük oğlumuzu vermişiz hep onların yanına. Hesapta onlara sahip çıkacak. Sanki kocaman kız kendi başının çaresine bakamıyormuş gibi. Unutmuşuz bir kere bizleri yetiştirenin çoğunlukla “kadın” olduğunu. “Kızım! düzgün otur” dan tut da “kızım bu saatte kız başına sokakta işin ne!” ye kadar aklına gelecek çeşitli türlerden demetler ile alt beyinciğe gizli gizli çalışmışız.
Düşün mesela, erkek çapkınlığa çıkar ve muzaffer Romalı bir komutan gibi eve gelir. Görsen sanki Kartaca fatihi Scipio Roma’ya giriş yapıyor. Peki ya kız?
Erkeğin elinin kiri, yıkayıp giderken kızın kiri yıkanmayacak şekilde alnındadır!
Yok böyle bir olay! İnsanlar cinsiyet gözetmeksizin istediklerini istediği gibi yaşama özgürlüğüne sahiptirler.
Memleketimizde cinsel ayrım ne yazık ki doğumla başlar. Nasıl mı? Nüfus kâğıdına bakarsan anlayacaksın, mavi ve pembe… Devlet eli ile ayrımcılık demek böyle oluyormuş. Bir yaşına kadar bunun normal olduğunu ancak, yurtdışına gitme isteği duyunca bunun böyle olmadığını, pasaport alınca anlıyorsun.
Arama motorlarına tecavüz yazdığında 4.930.000 sonuç çıkıyor. Aralarından seçelim…
Dokuz aylık bebek…
On yedi aylık bebek…
Beş yaşında çocuk…
İle başlayan ve 90 yaş’a kadar uzanan geniş bir yelpaze ile taçlanan hayli hastalıklı bir dünyaya giriş yapıyorsun.
Kadına şiddet 1.050.000 Şiddet 4.030.000…
Ben Münevver Karabulut, yürüyerek girdiğim ev
den bir valiz içerisinde çıkartıldım. Gelinlik bile giyememe müsaade edilmedi, veli toplantısında evladımdan şikâyet eden bir hoca olmadı, evladımın başarıları ile gururlanamadım. Hayatımın sonunda tahta bir tabut beklerken, hayatımın başında tanımadığım insanların artıkları ile birlikte bir çöp bidonunda buldum kendimi. Beni sevenin dikenime katlanacağı yerde ben bir testerenin dikenlerine katlandım…
Ben Özgecan Aslan, okuldan çıkıp evime gidiyordum. Nereden bilirdim bineceğim araba benim cenaze arabam olacak! Yaklaşan 14 Şubat için sevgilimin bana hazırlayacağı sürprizleri dört gözle bekliyordum. Çağ üniversitesinde psikoloji okuyordum, belki dalımda memlekette kazanılmayacak başarılara imza atacaktım. Belki tek başarım bu memlekette insana değer veren güzel çocuklar yetiştirmek olacaktı. Adını bile bilmediğim üç adam(!) tarafından birinci dünya savaşı sırasında bedeni burada kalmış Almanlardan bin metre aşağıda dere yatağına atıldı tecavüze uğrayarak yakılmış bedenim…
Hep birlikte attık değil mi bütün hıncımızı sosyal medyadan. İdam nidaları attık, hatta bir yerlerde idam ilmeği resmi post edenler bile vardı.
Nerede bu devlet?
Yetkililer nerede?
Bunlar boş söylem ve istekler. Kanımca devlet veya herhangi bir yetkilinin bir dahlinin olması söz konusu değil. 80 milyon nüfus içerisinde internet kullanarak sosyal medyada aktif bulunan kaç kişi vardır? Sanırım devede kulak.
Ben kendi namıma bugün Özgecan için, Münevver için, o dokuz aylık bebek için koyu renk giyinmeye çalıştım. Ben çalıştım çalıştım da, tüm dünya renklerini bir gün karartsak gelir miydi geri?
TV’de haberler döndükçe kendi erkekliğimden utandım. Haberde Özgecan için protesto yapan kadınlara polisin nasıl destan yazdığını ve beş kadını gözaltına aldığını anlatılıyordu…
Klavye kahramanlığı ile değil, meydanlarda sembolleştirerek unutturmayacağız sizleri! İçimde bir umut ama yaşadığım toplumu tanıyorum 3. Günün sonunda “haa şu kız…” olacak bir hafta sonra ne adını, ne olayı ne de başka hiçbir şeyi hatırlamayacağız, tıpkı Somada ölen 301 kişi gibi ateş düştüğü yeri yakacak…
Mehmet amca Ayşe teyzeyi dövmeye devam edecek, Ahmet abi kızını dövecek “o**pu mu olacan lan sen!” Diyerek… Hiçbir şey bulamazlarsa “”kızını dövmeyen dizini dövecek”!
Nüfus kağıtlarının rengine yada kol kuvvetine takılma.
Gayretin insan olmak üstüne olsun. Özgürlük beyinde başlayan bir kavramdır. Oğlunu futbol okuluna götürüyorsan kızını da bale okuluna götürebilmelisin. Namusun beyinde olduğunu bilmeden bacak arasında aramak, kimsesizler mezarlığında tanıdık aramak gibidir.
Özgürlük, tüm insanlar içindir. Aynı dünyada farklı hayatları, toplum içerisinde eşitçe yaşayabilmeliyiz. Adeta bir evdeki kız – erkek iki kardeş gibi…
Peki ne mi yapılmalı?
Ebeveynlerin farkındalığı ve öngörüsü ile toplumlar bilinçlenmeli ve bir seviyeye gelmeli.
Bana ve sana düşen budur!
Bilinçli ve duyarlı olup bu minvalde evlatlar yetiştirmek…
Hikmet SAVATLI