
Kayıplar can yakıcıdır, ilkokula gittiğin yıllarda kalemini kaybetsen üzülürsün. Senin için önemli bir parça ise, saatin çalınırsa üzülürsün! Eşyaların mühim olmadığını, yeri ve zamanı gelince yerlerine yenisini alabileceğini öğrendiğin gün bu kayıplarının pek bir önemi kalmıyor.
Bende konu biraz değişik ben bitim kaybolsa krize giriyorum. Çünkü bir şey kayıp etmek huyum değildir. Savruk biri değilimdir, tertipliyim ve neyim nerde bunu bilerek hareket ederim. Eşyalarımı atmayı da sevmem, kullanılamayacak duruma gelene kadar elimdeki eşyaları kullanmayı severim.
Her halde sekiz senedir izlediğim filmleri biriktirmeye çalışıyorum. Koleksiyon yapmanın en zor tarafı aradığın parçaları bulmanın zorluğuymuş. Sağ olsunlar koleksiyoncular için akıllı telefonlarda programlar geliştirmişler de kayıtlarını tutmak kolaylaştı. Gençliğimde spor dergileri biriktirirdim. Sonra benim biriktirdiğim dergi yayın hayatını başka bir dergi tarafından sattın alınarak bitirdi. CD evresinden DVD evresine geçişte aldığım filmleri atmaya ya da vermeye kıyamadığımdan başladığım bu işi son 8 senedir ciddi bir biçimde sürdürüyorum.
Her maddenin telafisi o kadar kolay değil, üzerine anılar birikince maddenin telafisi de çok zor oluyor. Büyükbabamın ehliyeti, bende saklıyorum. Dedemin çakısını, saklıyorum; Dayımın tesbihini saklıyorum, ananemin cenazesinden kalma şeker kutusunu saklıyorum… Neden saklıyorum bilmiyorum ama duruyor.
Maddiyat ve maddesel değerinden ötürü değil, maneviyatından dolayı! Demek ki her eşya yenisi ile değiştiğinde yeri dolmuyormuş! Artık gelen gideni aratır mı? Gidene bay bay, gelene hay hay mı orasını sen düşün!
Maddesel bütünlüğe bile anı yükleyebilirken, kanlı canlı birine anı yüklemeyi değil karşılıklı anıları yaşamayı konuşalım birazda. Birlikte yapılan, yaşanan ve anlam kazanan anılardan. Gözünden o yaşları getiren, seni yerde süründüren o anılardan. Gidenin arkasından dökülen gözyaşları giden için değildir aslında. Bir bakıma onunla bir daha birlikte olunamayacağının üzüntüsü, kişinin bencilliğidir!
Evet, insan bencildir! Sen bir arkadaşını kaybetmişsindir, bir ana/baba evladını, bir başkası kardeşini, abisini, ablasını. Ve hepsi kendi bakış açısından bakarak bu kayıp için ağlar.
Sadece tarihe not düşmek için bu yazıyı yazmak istedim.
Oktay Dayı dün Silifke’de tatildeyken vefat etmiş, cenaze bu gün Ankara’ya götürülerek yarın defin işlemlerine başlanacak. Tabi Allah geçinden versin ama ben cenazeleri severim, işin ölüm kısmını değil, o ritüeli, havayı severim. Okunan dualardan hiçbir şey anlamam o mistik tınıyı, kulağa hoş gelen melodiyi severim. Yıllarca gittiğimden bir kulak aşinalığı var tabi, üç beş dua da biliyorsan okunan duayı takip eder, mevta tanıdıksa anılarda yolculuklara çıkabilirsin.
Çıkacağın bu yolculukların senin bakış açından yaşanmış olduğunu unutma. Bedeni toprağın altına koyup evine döndüğünde hatırlamadığın o kadar anın canlanacak ki… Oktay Ergin, babaannemin küçük kardeşi, babamın büyük abisi gibiydi. Nur-u Ziya’dan nasiplenmiş, bana göre eğlenceli adamdı. Kardeşim ve kuzenim ile tenis bile oynardı. Mekanın cennet olsun Oktay Dayı…
Bir gün hepimiz ölüp gideceğiz, ahiret var ve ya yok, ama bizden sonra mutlaka birileri burada kalacak! Ve o kalacaklara tavsiyem, güzel anılar biriktirsinler! Hayat boyu nefret edip, dünyayı zindan etmenin ne bir anlamı nede faydası olacağını bilsinler!
Birine küserek varlığını yok saymak, varlığının yok olduğu günden sonra sarılacağın mezar taşları ile ne bir anı yapabilir, ne onları ısıtabilir ne de sana sarılmasını bekleyebilirsin.
Hayat kısayken, saçma sapan küslüklerden muzdarip ruhunu barış ile arındır! Zaman geldiğinde kimse bu dünyada bir dakika bile fazla kalmayacaktır! İşte o gün her şey gidene kolaydır, kalan sağlar 40 gün deseler de bir ömür ağlar…
Hikmet SAVATLI | The Wisdom