
Hayat seyrinde giderken birden titre ve kendine gel dercesine sallanan bir dünya. Akabinde gelen korku, yaşama isteği ve içgüdüleri ile hayata tutunmaya çalışan insanlar.
Sesimi duyan var mı?
Aslında yıllardır kulağımızda eko halinde yankılanan bir cümle. 1999 gölcük depreminde hayatlarımızın içine bağırılan ve 2020 yılında hala duyamadığımız o ses…
1999 senesinde adına ister 17 Ağustos, ister Marmara, ister, İzmit, ister Gölcük ne derseniz deyin! 7.5 şiddetinde sallandık… İstanbul’daydım o yıl, okul için erken gitmişim biraz da babaannemle vakit geçirir İstanbul’da takılırım diye düşünüyordum. Deprem oldu! Korkup adana’ya döndük, üzerine iki deprem de Adana’da oldu, Mersin’e yazlığa gittik bir de orada artçısı oldu. Sonra okul için İstanbul’a geri döndüğümde “Aa yine sallanıyoruz geçer birazdan” diyecek kadar bir rahatlama, şu şiddetti diyecek kadarda bir hassasiyer gelmişti.
Yıllarca arabamın arkasında içerisinde, yedek kıyafet, su, yiyecek, para, fener, çakı bulunan küçük bir çanta ile yaşadım. Evimizin girişinde bulunan dolabın yanında yerde aynı çantadan bir tane daha vardı. Çıkış, kaçış ve yapacağımın planları belliydi. Hala girdiğim yerlerde ilk acil çıkışa, en kolay nasıl çıkılacağına bakar kafamdan kaçış planları yaparım. O zamanlar toplanma noktası gibi çalışmalar henüz daha “konuşma” aşamasındaydı.
Biz Türkler, yaşadığımız bir olay karşısında çok çabuk uyum sağlayıp aksiyon alabilen bir milletiz. İçgüdülerimizle yaptığımız hareketler olası tehlike durumunda bizleri kurtarıyor. Burada ayrı bir parantez açayım. New York’a taşındığımızın ertesi senesi, manyağın biri İslami cihat zırvası ile arabası ile Hudson River tarafındaki koşu yoluna daldı ve önüne geleni tepeledi! Hatta ekim sonu kasım başı, o gün cadılar bayramı var, biz de ailece Ege ve uzun zamandır istediği cadılar bayramı kostümü ile Washington Square Park’a gideceğiz ve çocuk kostüm partisine katılacağız. Geldikten yarım saat sonra telefonlarımız çalmaya başladı. “iyi misiniz?” “aman dikkat edin bak terör saldırısı olmuş”… Aile, eş dost, akrabaya iyi olduğumuzun bilgisini verdik ama bir huzursuzluk hissediyorum. Etrafımızdakilerin rahatlığı ve “teröre pabuç bırakacak değiliz!” “Amerikalıyız biz bu gün korkarsak yarın hep korkarız!” “Hayat devam ediyor!” “Benim yaşamımı değiştiremezler ben bayramımı kutlarım!” konuşmaları arasında Ayşın’la Ege’yi katığımız gibi kendimizi eve attık. Normalde toplu taşıma kullanırız fakat metroya bomba konabilir diye korktuk! Taksi bulana kadar bir sürü kostümlü insan altında bomba var mı diye korktuk, korktuk da korktuk. Akşam Village’da yapılacak cadılar bayramı geçidine (ki geleneksel ve efsane bir geçittir) gitmedik televizyondan izledik. Evimiz bizim güvenlik alanımızdı! Başka hiçbir olay olmadı, manyak yakalandı, “münferittim başka kimse yok kendim yaptım!” dedi, biz ona da inanmadık başka bir olay olacağından korktuk ve hiçbir şey olmadı! İşte Türk olmak, yaşadığımız coğrafyaya paralel devlet büyüklerimizin tembihlediği “Şubuo ile yaşamaya alışmalıyız” zırvalarına alışmak böyle bir şey, oysa yeni dünyada bunlara yer yok…
Depremle yaşamaya alışmalıyız! Terörle yaşamaya alışmalıyız!
İzmir’de deprem anında yıkılan onca apartman, yitip giden canlar, edindiğimiz hayat hikâyeleri, yaşadıklarımız unutulmaz. Elif, Ayda isimleri mucizeye vücut bulmuş gibi çıktılar yıkıntıların ardından. Peki, 1999 depreminde kurtarılan Erkan’ı anımsıyor musunuz?
Gölcük depreminden bu yana geçen sürede, harekete geçseydik bu gün İzmir’de yaşadığımız, Ege Denizinde 7.1 şiddetinde olan depremde “iyi sallandık” der ve geçerdik ama öyle olmadı. Konuştuk, tartıştık, Veli Göçer’i suçlu yaptık ve her şey bitti! Okullarda çocuklarımıza depremi bir doğa olayı olarak anlattık. Bilgilendirmeleri depremden depreme yaptık. Toplanma alanlarına, AVM yaptık, deprem konteynerlarını patlatıp içindeki malzemeyi çaldık, hatta deprem alanına gönderilen yardım malzemelerini çalacak kadar şerefsizleştik!
Konuşur, değerlendirmez, tartışır, ölümüne eleştirir, önlem alma listesi, kural, kanun ve yasalarını çıkartır adına “yeni” ekler her şeyi eski usulden devam ederiz. Bu Türklerin en büyük taktiğidir. Bilime değil Allaha sığınırız her zaman. (Her daim bilimi tercih edin diyen bir lidere rağmen bunu başarmak ayrı bir mucize.) Sen çimentonun, demirin, malzemenin kalitelisini, zemin etüdüne göre deprem olabilecekmiş gibi yap binanı hala yıkılıyorsa o zaman, yine Tanrıye değil bilime eğil ve daha iyisini yapmaya gayret et. Ne demiş atalar? Eşeğini sağlam kazığa bağla! Ne yazık ki bu sözü hep karşısındakini eşek yerine koyarak kendi işine bakan insanlarımız hep yanlış anlamış.
Diğer bir yandan birçok arkadaşım sosyal medya üzerinden örgütlenerek yardım malzemelerini gerekli yerlere ulaşmasını sağladılar. Naçizane artık kullanılmayan İzmir Hilton Otelinin depremzedelere açılması fikrini ortaya atan kişi olarak, fikrimin Belediye Başkanımız Tunç Soyer’e ulaştırılması konusunda bayağı başarılı oldular. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Fahri bir İzmir gönüllüsü olarak İzmir dışında yaşayıp anca fikir üreterek güzel İzmirimize katkıda bulunabilmek bana ayrı bir mutluluk veriyor.
Sosyal medyada ayrıca gördüğüm, yardım dekontları, yardım yemekleri, kişi etiketli “ey ahali duyduk duymadık demeyin, işte ben yardım yaptıııım” diye bağıra bağıra yardım yapanlar, deprem alanında kendi reklamını yapanlar, yıkıntılar üzerinde poz veren ve bunu servis eden zavallılar midemi bulandırıyorsunuz…
Ne depremle ne terörle ne de bize dayatılan hiçbir şey ile yaşamak zorunda değiliz! Japonlar öyle mi yapıyor? 11 Mart 2011 yılında Japonya’da 9 şiddetinde deprem oldu, bu depremin bizim herhangi bir şehrimizde olduğunu düşünün! Şehir merkezinde değil İç Anadolu’nun bomboş düzlük bir ovasında olduğunu düşünün… Bence yine yer yerinde kalmaz, her yer duman olur! Hem depremle yaşamayı öğrenmeliyiz diye palavra atacaksın, hem de önlem almayacak, kaçak yapıya göz yumacaksın öyle mi? yok öyle yağma!
Şimdi söyleyin “sesinizi duyan var mı?”
Sizlere esasen bu yazıda Amerikan seçimlerini anlatacaktım ama beni mazur görün! Deprem benim gündemimi de değiştirdi! Amerikan tarihinin en çekişmeli başkanlık seçimlerinden birine şahit oluyoruz. Türkiye gibi sandıklar açıldıktan 5 dakika sonra kazananın belli olmadığı. 500-600 kadar farkla kazanılmış, kaybedilmiş eyaletlerden, koltuklardan, dedikodulardan ve benzerliklerden bahsedeceğim. Şimdilik Biden önde gidiyor haftaya kazanan, dünyanın sürücü koltuğuna oturacak kişiyi detaylı bir şekilde değerlendireceğim. Haftaya, dünyanın merkezinde her türlü güncel haberler ile karşınızda olabilmek dileği ile hoşça kalın…
Hikmet SAVATLI