
Amerika’dan…
Yüzyıllık çınar
Amerika’nın hala bir numaralı gündemi kovid19. Yaklaşan seçimler için yapılan çalışmalar bir yana; hastalığın ekonomik telafisi olmayan zararları, geri dönüşü olmayan yollarda çalan alarmlarla başka bir boyuta gidiyor.
Amerika Birleşik Devletlerinin yüz yılı geçkin, sektörlerinde katar olabilecek firmaları birer birer iflas bayraklarını çekerken, Amazon, Citrix (Zoom), Netflix, Clorox ve Regeneron Pharmaceuticals gibi firmalar karlılıklarını artırarak geleceğe doğru sağlam adımlarla ilerlemeye devam ettiler.
Dışarı çıkamıyorduk ve Amazon bizim için market alışverişi dahil her türlü ihtiyacımızı kapımıza kadar getiriyordu. Bu noktada şunu da söylemeliyim, San Francisco’daki deneme aşaması başarılı geçmiş olacak ki; Amazon dağıtım filosuna dronelar ekleyerek daha çabuk ve direk teslimat yapabilmek için gerekli adımları bulunduğumuz hafta içerisinde yasal yollara başvurarak başlattı.
Evden çıkmak tehlikeliydi ve Citrix Zoom’la akrabalarımızı evimize getiriyordu! Bayramlaşma, toplantı, sabah kahvesi, hatta iş görüşmelerimizi bile Zoom üzerinden yaptık. El ayak çekilince daha önce izlediğimiz dizileri izlemek için Netflix’e koştuk. Chef’s Table’da İstanbul’da bulunan bir lokantadan Çiya’dan bahsediliyormuş diyerek üşenmeden o bölümü bulup izledik. İzmirlilerin “Klorak” Adanalıların “Hypo” dediği çamaşır suyunu bir içmediğimiz kalmıştı. Tüm bu süreç içerisinde meyve sebzeleri bile köpükleyerek çamaşır suyu ile yıkadık…
Yeni normal buydu biz de ona göre yaşamımızdaki konfor çemberimize bu markaları aldık. Bu sebeple bu firmalara olan alışkanlığımız, ürün ve aboneliklerini alıp onların karlılıklarında etki sahibi olduk. Regeneron Pharmaceuticals ise Amerika Birleşik Devletlerinde Kovid19 aşı geliştirmesi yapan ilaç şirketi. Kuvvete muhtemel bir aşı bulunacaksa onlar bulacak. Daha önce EBOLA ve MERS gibi hastalıklara ilaç geliştiren bu şirket, bağışıklık geliştirici ve koruyucu özellikli bir aşının yolda olduğunu geçenlerde açıkladı.
Bizler evde otururken yapmadığımız şey ise mağazalara alışverişe gitmekti! Çalışmak zaten güvenli değildi bu sebeple mağazalar kepenklerini kapattı. Uzun bir zaman kapalı kalan mağazaların bağlı olduğu şirketler fark etti ki elemanları evlerinden çalışabiliyor ve aynı performansı daha fazla sürede veriyorlardı. Dünyanın metrekare olarak en pahalı kiralarının ödendiği bir bölgede (Manhattan’da) hepimizin bildiği, dünyaca ünlü firmalar büyük binalara ihtiyaçları olmadığını fark etti. Bloomingdale’s bu sebeple adayı terk ederek kendine daha ucuz bir yerde, online sistem üzerinden çalışmaya müsait bir sistem arayışı içerisinde.
Yıkılan yüz yıllık çınarların en başında JC Penny geliyor. Yaklaşık 4 milyar dolar borçlu olan şirket 15 Nisan, 7 Mayıs gibi yeniden yapılandırma tarihlerindeki ödemelerini kaçırarak 17 milyon dolarlık ek bir faiz cezasına çarptırtılmıştı. Ülke genelinde 850 satış noktası bulunan şirket konkordato ilanı ardından iflasın ertelemesi hususlarında görüşmelerine devam ediyor. 118 yıllık bir değer kolay kurulmuyor ama bu görüntüye göre bir günde kapatılır gibi geliyor.
Stein Mart, Virgin Atlantic, Lord & Taylor, Tailored Brands, Muji U.S., Brook Brothers, Sur La Table, Hertz, Le Pain Quotidien, US Division, GNC, Neiman Marcus, J. Crew, CEC Entertainment, NPC International koronavirüs srecinde iflaslarını isteyen bilinen şirketlerden.
***
Jennifer Lopez spor kulübü sahibi olma
hayallerine veda ediyor…
Jennifer
Lopez ve nişanlısı Alec Rodriguez son 6 aydır satın almak için uğraştıkları New
York’un iki büyük beyzbol takımından biri olan METS’ten vazgeçmek zorunda
kaldılar. Yankee’s takımının eski oyuncusu Rodriguez ile şarkıcı ve aktrist
Jennifer Lopez, takımı almak için verdikleri teklifi geri çektiler. Lopez,
İnstagram paylaşımında, “Çift olarak ve özellikle de bir kadın olarak
zorluklarla kazandığım paralarla, babamın favori takımının sahibi olmayı çok
hayal etmiştim. Yine de pes etmeyeceğim.” diyerek çok üzgün olduklarını ifade
etti.
Bir yatırım grubuyla ortak çalışan, Lopez ve
nişanlısı 300 milyon doları kendilerine ait olan 1.7 milyar dolarlık teklif
yapmışlardı. Lopez ve Rodríguez’in dahil
olduğu konsorsiyumda Vincent Viola, Mike Repole, Mark Lore gibi önemli isimler
bulunuyordu. METS takımının değerinin en az 2.4 milyar dolar olduğu
belirtiliyor. METS
takımını hedge fund yöneticisi, dünyanın önde gelen sanat koleksiyonerlerinden
milyarder Steve Cohen’in satın alması bekleniyor.
Hal böyleyken Türk sporu ve onun marka değerlerinden bahsedelim. İki üç arkadaş bir masada oturduğunuzda eğer memleketi kurtarmıyorsanız futboldan konuşuyorsunuzdur. Kendime göre iyi bir Adanasporluyum ve her zaman şehrimin takımını tutmayı tercih etmişimdir. Nasıl etmeyeyim ki ilk maçıma Adanaspor – Adana Demirspor maçı ile başlamışım ve turuncu beyaz çubukluya tutulmuşum. Aile fertlerim başkanlıktan yöneticiliğe birçok görevlerde bulunmuş ve bir şekilde içimde bulunan “turuncu sevdayı” bir şekilde işlemişler. Bu sebeple çok iyi anlarım Göztepeli, Altaylı, Karşıyakalı arkadaşlarımı.
Karl Marx’a atfen “Din toplumların afyonudur!” söylemine futbolu da karıştırarak “Futbol toplumların afyonudur” diyecek olursak 80 milyon içerisinden bir değer ya da bir marka yaratabilmiş miyiz ona bakmak istiyorum. Transfermarkt.com internet sitesine göre Türkiye süper liginin bu yılki değeri, 22 takım ve sözleşmeli futbolcuları dahil 588.43 milyon euro! 1. Ligimiz ise 73.43 milyon Euro. İngiltere Premier Liginin 8.2 milyar, İspanya LaLiga’nın 5.26 milyar, İtalya Ligue1’in 5.06 milyar euro olduğu bilgisini de ayrıca vereyim.
Böyle bir piyasada kulüplerimizin marka değerlerine şöyle bir göz atalım. Forbes dergisinin bu sene açıkladığı en değerli futbol kulüpleri sıralamasında Real Madrid 4.24 milyar dolarlık değeri ile birinci olurken, ilk yirmi içerisine girebilen Türk takımı maalesef yok. Üç büyük kulübümüzün ortalama 60 milyon dolar olan marka değerleri ile listelerde bayağı bir alttalar. Ülke olarak çok övündüğümüz ve varlık fonuna devir olan THY 1.9 milyar dolar, Ziraat Bankası ise 1.6 Milyar dolar değerinde.
Bu rakamları yazdıktan sonra marka neydi, değer nasıl yaratılırdı gibi konulara pek bir yakın olmadığımızı görüyorum. Nasıl görmeyeyim ki? Bir seyahatim sırasında Stockholm havaalanına indiğimde duvarda bir afiş gözüme çarptı. “Candy Crush” oyunu İsveçli bir üniversite öğrencisi tarafından yapıldı diye başlayıp birçok İsveçli yazılımcının oyunlarının adlarının yazılı olduğu bir afiş. Bu oyun 2015 yılında dünyaca ünlü oyun şirketi Activision’a 5.9 milyar dolar’a satılırken Türkiye Cumhuriyeti Devleti 2.9 Milyar dolara 3. Köprüyü, 2028’de bitmesi beklenen İstanbul havaalanını 10 milyar euro’ya mal etti…
***
Bu arada yeni ÖTV zammını insanları bisiklet gibi sağlıklı ulaşım araçlarına sevk etmek için yapıldığını düşünüyorum. Allahtan Tunç Başkan işe bisiklet ile gidip geliyor bu sebeple İzmir’in bisiklet yolları diğer şehirlere nazaran çok iyi.
***
George
Floyd
Amerikalı bir polisin, düzelteyim işi polislik olan aşağılık bir haysiyetsizin George Floyd adındaki bir kişinin boğazına dizi ile bastırmasından sonraydı. “Nefes alamıyorum, efendim” diye hırlayabilmiş aşağılık müsveddesi oralı bile olmamış bir gözü ile etrafı kolaçan etmeye devam etmişti. Polisin olası suçluları boğazlarına diz ile bastırmak suretiyle etkisiz hale getirmeleri kanunen yasal, insani değerler açısından yakışıksızdı.
“Irkçılığın” kilit taşı olduğu bir toplumlarda o taşa bir çizik bile atsanız; duvar üzerindeki tüm yük onu kırmaya yetecektir. Öyle de oldu! Koronavirüs ile mücadelenin en cafcaflı zamanlarında olduklarına aldırmadan insanlar George Floyd’a yapılan haksızlığa karşı dik durmasını bildiler!
1955
yükünün Mart ayında Rosa Parks ile başlayan, 1968’de “Black Power” hareketi ile
devam eden ve Obama’nın Başkan olması ile taçlanan Amerikan toplumunun yıllar
içinde yerine oturan dengesi bir anda bozuldu!
Protesto için Times Meydanına çiçekler bırakıldı. Çiçekler kölecilik
yıllarında hayatlarını kaybeden kardeşlerin “George” anısına bıraktıkları çiçeklerdi…
İki kuş konuverdi çiçeklerin sapına; insanlık için cereyan eden faciaya günlük telaşa yada gündeme aldırmayarak. Hiçbir şeye aldırmadan uçup gideceklerdi belki canlarının istediği yere. Kırmızı gözlerinde bana anlamsız gelecek belki kendi bakış açısında izafiyet teoremi gibi bir bilgi barındıran bir ağırbaşlılık ile ben karınca gibi görünene kadar uçup gideceklerdi.
Düşünsenize…
Hep “bir kuş kadar özgür olmak” denir! Neden? Kuşlar ne kadar özgür ki? Kuşsal sıkıntıları dertleri yok mudur mesela? Yumurtadan çıkma telaşı, annenizin sizi yuvadan uçmayı öğrenmek için aşağı attığı paranoyasını saymıyorum bile…
Fiziksel kanat ile özgürlüğe uçanların ayağındaki görünmez prangaları bilemeyiz! Kimi insan var kuş kadar özgürdür, kimi kuşlar vardır özgürlüğe uçacak diye çırptıkları kanatları olmasına rağmen iki takla ile bir kafese girerler…
***
Amerika’dan şimdilik bu kadar! Gündemi üç ana başlıkta toplamak istedim. Haftaya, dünyanın merkezinde her türlü güncel haberler ile karşınızda olabilmek dileği ile hoşça kalın…
Hikmet SAVATLI