
18 mart 1915…
Celp geldiğinde bir heyecan sardı ağaları. Eşyalarını atları ile birlikte hazırlatıp, Bismillah diyerek çıktılar köylerinden. Güneş parıl parıl parlıyordu Çukurova’nın verimli topraklarına. Hayat doluydular, her Osmanlı delikanlısı gibi vatan aşkı ile tutuşuyor, hasta adamı ayağa kaldırmak için son sürat cepheye koşuyorlardı. Altı kardeş atlarını son sürat atlarını kırbaçlayarak trene oradan da dağıtım yerlerine gideceklerdi…
Çanakkale yazıyordu Tevfik Ağa’nın kâğıdında… Asker değildi, ailesinde asker yoktu! Yaşar Kemal’in “İnce Memet” kitabındaki Savatlı Halil Ağa’nın kardeşiydi. Vatana hizmet için karısını, evladını, malını, mülkünü hiç düşünmeden arkasında bırakmıştı. Cumhuriyetin ilanına kadar yaşayacağı büyüklü küçüklü savaşlardan habersiz saçlarında rüzgârı hissederek Adana’nın mis gibi bahar havasını ciğerlerine çekerek bindi trene.
Çanakkale’ye gelen ilk birliklerden birindeydi, tahsili onun eğitmen çavuş olmasına nüfuz etmişti. Her çatışmada, siperlerinde allah allah diye bekleyen nice yiğitler yetiştirdi. Yıllarca su içindeki siperlerde düşman beklediği için hayatının son onbir senesini yatakta felçli geçireceğini bilmeden. Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra yapılacak olan Pozantı Kongresine kadar Mustafa Kemal Paşa ile tanışamayacaktı.
Gümüş kurşuni renkte bir hava vardı Çanakkale’de mavi gözlü dev komutan ellinde dürbün siperden eğilerek düşman gemilerini izliyor topçularına beklemelerini emri ile birlikte cehennemi getirmelerini emrediyordu… O gün yüzyıllarca uyuyan hasta bir adamın küllerinden yeni bir devlet olarak ayağa kalkmasının, sıradan bir komutan olan Mustafa Kemal’in dünya sahnesinde ışıkların altına çıkışının ilk günüydü.
Tevfik Ağa ve kardeşleri evlerine sağ salim döndüklerinde hanelerinden sevinç gözyaşları dökülürken, evine dönemeyen binlerce isimsiz kahramanın bedeni vatan toprağı olup, gazilerin kanı ile sulanırken. Tıpkı bu gün gibi ana babalar “vatan sağ olsun” demişlerdi…
18 Mart 1915 yokluklar içinde bir milletin “destan” yazma sanatını yeniden öğrendiği gündür. Geride bıraktığımız 99 sene boyunca daha birçok destan (!) yazdık.
– Dönemin başbakanı Ecevit: ada’ya barış götürdük! Ordumuz adeta destan yazdı…
– Dönemin başbakanı Çiller: Kardak krizinde ordumuz manevraları ve taktiksel becerisi ile destan yazdı…
– Avrupa Fatihi destan yazdı…
– Dönemin başbakanı Erdoğan: “Emri ben verdim! Polisimiz destan yazdı”…
Mangalda kebabını bırakıp şiş ile cepheye koşan dedelerimizi, arkasından dur bende geliyorum diyerek eline süpürge alıp cepheye koşan nenelerimizi rahmetle anıyorum. Bugün onlar olmasaydı bizler bir sömürge devletinin vatandaşları olacaktık. Eminim “tam bağımsız, özgür Türkiye!” isteği ile yanan geçlerimizi yakmaktan, ne yazık ki, geri kalmazdık.
Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan… Hayalleri ile öldü(rüldü)ler! Ali İsmal Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım, Mustafa Sarı, Hasan Ferit Gedik… Ağabeyleri gibi uğuruna inandıkları şeyler yüzünden, hayallerinin peşinde öldü(rüldü)ler! ve Berkin Elvan! :.( belki hayal bile kuramadan haince bir pusuda yok yere öldü(rül)dü!
Bizler ise daha temiz bir çevre, daha güzel bir ülke isteği ile “kirli” ve/veya “karanlık “ adaylara oy verdik/veriyoruz. Kriterlerimiz gayet basit, o benim akraba, benim işimi yapar, her yer ne güzel başbakan…
18 Mart 2014
Cehaletimiz, koyunluğumuz, biat kültürümüz ve bilinçsizliğimizdir bu kadar afişe, reklama sebep. Okumadığımız gibi kurtulamadığımız boş inançlarımız, yersiz tutkularımız kişisel gelişimimizi dolayısı ile toplumsal ilerlememizi engelliyor.
Bir oy neyi mi değiştirir? Bir adamın bir ülkenin kaderini değiştirmesi kadar değiştirir!
Başbakanın İzmir mitingi ile ilgili küçük bir hikâyecik…
– Polis: Arabanı oraya park etme Başbakan gelecek!
– İzmirli: Merak etme kapılarını kilitledim
Mustafa Kemal ATATÜRK’ü özlem ve saygı ile anarak… (kendisi ve şehitlerimiz için el-fatiha)
Hikmet SAVATLI