Mini mini bir kuş…

Hikmet Savatlı - 25 Nisan 2015

Al kadarını al da gidelim!

Hikmet Savatlı - 25 Nisan 2015

Cımbız ve Ayna

Hikmet Savatlı - 25 Nisan 2015

Ne güzel söylemiş Orhan Veli, “Bir elimde cımbız bir elimde ayna Umurumda mı ki bu dünya…”

Biz de öyle olmalı mıyız acaba?

Peki, vurdumduymazlığımızın sınırları nereye kadar dayanır sence? Buralardan çok çok uzaklara, karlı dağların ardına, sulak derelerin, yeşil ovaların ötesine, kimsenin gelip geçmediği, kuş uçmaz kervan geçmez bir kasabaya ya da senin oturduğun evin arka sokağına kadar gider mi?

Umurunda olur mu hiç?

Anamızdan bencil doğmadık aslında, sadece farkında değiliz yaşadıklarımızın! Bencilliğimizin dozu zaman içinde arttı. Anne karnına düştüğün gün, yan bir olarak başlayan yaşam çizgin zamana bağlı oluşumlar ile seni bir yere kadar büyüttü. Dışarı çıkana kadar zavallı kadının iliğini sömürdün, kemiğine pankreasına baskı uyguladın. Zavallının tek kişilik bedenine baskı uyguladın!

Daha doğmamıştın canı dahil, yediği her şeyi seninle paylaştı. Bir vakte kadar sütünü seninle paylaştı, evini paylaştı, hayatını paylaştı. Paylaştı da paylaştı… Peki, ne zaman bu kadar bencil olduk? Ne zaman bu kadar umursamaz ve vurdumduymaz olduk? Ne ara?

Mahalle kavgalarımız yok muydu bizim? Sen nasıl bizim mahallenin kızına bakarsın! Deyip kavgaya gitmedik mi? Aşağı mahalleyi mahalle maçında yenince mutluluktan kenetlenmedik mi? Ne zaman bıraktık paylaşmayı? Kestik selamı sabahı?

Azıcık şeker, biraz tuz almak için komşuya gitmek yerine, büyük market zincirlerine internetten siparişleri ne ara geçer olduk? Kaç kişi biliyor alt komşuyu, üst komşuyu, karşı komşuyu? Mahalle kavramını, insanlığı ne ara unuttuk?

Yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi biliyorsun da yaratanın selamını neden esirgiyorsun ki?

Ya malını ya da canını değil, bir güler yüzünü soruyorum sana! Her şeyi unuttun, paylaşmayı unuttun, medeni olmayı unuttun, nezaketi unuttun, e gülmeyi de mi unuttun?

“karı gibi gülünmez” toplum baskısı ile onun da ulu orta yüksek sesle yapılamayacağını ben de unuttum bak!

Eskiden silgi ya da kalemimiz olmadığında bir arkadaşımızdan isterdik. Hatta kokulu silgiler olurdu, bağımlı gibi onları koklayıp kendimizden geçerdik, hatta kimi silmek için değil sadece koklamak için isterdi silgiyi!

İslam temizlik dini! Günde beş vakit namaz için beş vakit abdest istiyor senden! Çoğunluğumuz Müslüman, hepimizin tertemiz olması lazımken, ben o silgi ile çok girdim tuvalete… E hani temizlik imandan geliyordu?

Bence yolunu kaybetmiş olsa gerek…

Ben uzun süreden beri bekliyorum, çocukken bir keresinde ben annem ve kardeşim, Mersin’den Adana’ya gideceğiz, bindik dolmuşa. Allah’ım nasıl inanılmaz bir koku var anlatamam! Ya biri ya da birkaç kişi dolmuşta telef olmuş! Şoför kokudan yarı baygın, biz kardeşimle elimizle burnumuzu kapatıyor en sonunda t-shirtlerimizin yakasını burnumuza kadar kaldırıp biraz rahatlıyoruz. Annem çantasından parfüm çıkarıp biraz ortaya sıktı da daha oturulabilir bir yer oldu. Yirmi sene sonra aynı tablonun yine yaşandığını adım gibi biliyorum. O sebeple vurdumduymazlığın sınırlarını böyle zamanlarda bir deodorant ile çizmelisin!

Metro seksüel olduk, el emeği göz nuru kaş yapılarımız, pahalı arabalarımız, yerinde giyim ve kuşamımız var! Ama gülümsememiz eksik… Büyük kentlerin yüksek plazalarında çalışan arkadaşların sigara ya da kahve molasından başka birbirleri ile iletişimi yok. Tek kişilik yemekler, cep telefonları ile yerlerini sanal kahkahalara smileylere bırakmış hayatlarımız var!

Eski zamana göre bir cımbız bir ayna yeterken şair bu gün yaşasaydı, bir akıllı telefon, bir de internet paketi umurumda mı ki bu dünya diye yazardı elbet!

Bir kahvenin neden 40 yıl hatırı var sence?

Keramet kahvede mi sence?

Sohbetinde, kahkahasında, falında, aynı tadı alarak, o anı paylaşmasında…

Hikmet SAVATLI | The Wisdom