Smyrna ve Kuş

Hikmet Savatlı - 17 Ekim 2011

Luna

Hikmet Savatlı - 17 Ekim 2011

17 Ekim 2011 tarihinde Ayşınım’a yazdığım hikaye

Sıradan bir gündü, gökyüzünü görmek hemen hemen imkânsızdı. Siyah gri bir orgu gibi gökyüzünü kaplayan bulutlar güneşi bile göstermiyordu. Bazı aralıklarda beyaz açık gri güneş taneleri toplamaya gider, küskün yaprakların gökyüzünde yaptığı dansı izlerdim. Bürgün fındıkkıran, bürgün kuğu gölü oynardı yapraklar ama her gün farklı bir gösteri mutlaka olurdu…
Kimi zaman seyretmekle kalmaz bende onlara katılırdım. Her gösteride bir kavalye olması gerekmiyor muydu? At sırtında geçtim tepelerinden, düşmanlarla çarpıştım, prensesler kurtardım acımasız ejderhalardan, kendimle savaştım, şövalye oldum ben!

Gökyüzü ikiye bolundu aniden, karanlığın içinden bembeyaz bir gümbürtü ile… Böyle zamanlarda yaratanının biz sokaktakileri hiç önemsemediğini düşünürüm! Zira bugünlük gösteri süresiz olarak ertelenmiş, tatlı bir heyecan başlamıştı.

Telaş anlam veremediğim bir duygu olurdu, hayattan keyif almak yerine güdümlü füze gibi hedefe gidilirken, nereye bastığın, kime çarptığın önemli olmuyordu! Rüzgâr iliklerinden geçercesine içine işliyor, kimisi sevgilisinin atkısına sarılıyor kokusuyla ısınmak için, kimisi gülümseyen yüzlerle tutuyor karisinin sabah evden çıkarken zorla eline tutuşturduğu şemsiyeyi. Bense bir ağacın altında bütün çaresizliğimle ıslanıyordum. Üstüm başım kir ve pas içerisinde, ne eve gittiğimde kızacak bir annem nede ev diyebilecek bir yerim vardı. Demek boşuna demiyorlardı yağmuru sıcacık evinden izlemek güzel diye! O anda seninle göz göze gelmiştik…

Kocaman bir camin arkasından bana bakıyordun, çakıl vari toplanmış saçların ve üzerinde kırmızı bir elbisen vardı. Elini cama vurmuş yenindekilere beni gösterip bir şeyler söylemiştin! Evet, sende beni görmüştün sonunda. Yaklaşmak istedim sana ama kendimden utandım Mithatpaşa Caddesinin çarpışan arabalar oyununda benim gibilere yer yoktu. Adımımı yola atmam ile birlikte hayallerimdeki ejderhalar kadar korkunç tenekeler üzerime bağırarak geliyorlardı! Gelemedim sana korktum! Rüzgârın üzerime örttüğü gazete kâğıdına sarıldım, seninle olduğumuzu hayal ettim…

Gözümü açtığımda güneş batmak üzereydi, bulutlar biraz aralanmış, kaybolan güneş körfezin serin sularına doğru uzanmıştı. Unutulmadığımı düşünmeye başlamıştım, toplayabildiğim kadar damla topladım güneşten. Seni düşündükçe her damla iki ile çarpılıyor, içimdeki volkan harekete geçiyordu. Aniden bir sesle kendime geldim.
-“Aç mısın bakalım ufaklık?” hem de nasıl açtım belki günlerdir bir şey yememiştim sanki. Utancımdan kafamı öne eğmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.
-“Tamam, tamam, işte sana birazcık süt ve ekmek, umarım seversin” nasıl bir yabancıdan bir şey alıp isteyebilirdim ki? Ayrıca ona güvenmeli miydim onu da bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa suda yüzen büyük balıkların düdük sesleri midemde çalıyordu! Teşekkür bile edemedim yaşlı kırtasiyecinin verdiği süte balıklama atlarken.

Biliyor musun? O zaman tesadüflere inandım ellerinde sakızlar vardı, bir sürü. Korkarak bakıyordun bana, ama biliyordum sende beni istiyordun. Ne Mithatpasa vardı aramızda, ne korkunç yaratıklar nede başka bir şey… Sarıldık birbirimize düşlerimdeki gibi kokuyordun. Üstünü başını batırmıştım ve çok utanmıştım oysa ben. İkimizde her şeyden öte çok mutluyduk… Hemen sana gittik sevinç çığlıkları atıyordun sen ben gözlerimi senden alamıyordum. Heyecanla çaldığında kapıyı içimi bir korku kapladı, ya beni beğenmezlerse, ya sevmezlerse, ya tekrardan sokağa atarlarsa? Ayaklarım geri geri gitmeye başlamıştı beni kucakladın, derken kapı acildi…

Anne: -“Ayşın şimdiden soyluyorum, yemeğini sen verecek, suyu ve her turlu bakımını sen yapacaksın!”
Ayşın: -“anne adi Luna olsun mu?”
babane: -“kopekeri mi rakunlari mi seviyosun? Kopek dii mi babanecim?

Son…

17 Ekim 2011 tarihinde Ayşın’ıma yazdığım bu hikâye sabah sokakta kağıt toplayan çocuklara bir kez daha dikkatli baktığım zaman aklıma geldi.
Dün anneler günüydü. Başta sevgilim yeni “anne” Ayşın’ım olmak üzere annem Ümit ve annem Aytülü ile birlikte tüm annelerin anneler günü kutlu olsun.

Kimi zaman anne, hem anne hem baba olur kimine veya tam tersi. Türk filmlerinde “ben senin hem annen hem babanım yavrum” repliği hafif bir tebessümle geçiştirilir ki o hafifliğin içerisinde dayanılmaz trajik acılar vardır.

Sizden bir ricam var…

Bugun kendi hayatınızdan sadece 10 dakika ayırın! Sokakta kağıt satan veya dilenen yada her ne yapıyorsa… Onun karnını güzelce bir doyurun! 10 dakika olmasa bile, durumunuza göre. 2 simit 2 ayran alın ve afiyet olsun diyip gülümseyerek verin. McDonalds ya da Burger king de olur. (aslında daha bir çok yer var 10 TL limit koyun bütçenize göre veya 5)ona “nasılsın?” deyin onu konuşturun derdini dinleyin…

Bunu yapın ki yaşamlarında insanlığa dair küçük bir umut ışığı olsun.

Yok, yok kardeşim istemez deyip arabada cam kaldırıp, görmezden gelmek de bir çözüm(!) eğer bu yola giderseniz camı kaldıran taraf olmadığınızı düşünün? Kapıların size kapandığını düşünün? “üzgünüm hanımefendi/beyefendi” şeklinde değil “hadi kardeşim git işine diyerek!”

Acı değil mi?

Sadece insan olması yetmez, sokak hayvanları için pet shoplardan mama alabilir veya bir pet şişe altı keserek onlara suluk yapabilirsiniz.
Unutmayın anne olmak sadece insan evladına bakmak değil doğada bulunan tüm evlatlara bakmak ile olur.

Hikmet SAVATLI