Yüzme

Hikmet Savatlı - 3 Nisan 2015

Stephen King Chef olsaydı…

Hikmet Savatlı - 3 Nisan 2015

Uçurtmanın Kalbi

Hikmet Savatlı - 3 Nisan 2015

Sabrımı taşırıyorsun dedi kadın üzerine basa basa! Gözlerindeki donuk ifadenin arkasında kopan fırtınaları yüzüne bakmadan hissedebiliyordu genç adam. Bir yukarı baktı bir aşağı. Bes belli kendi içinde cennet cehennem muhakemesi yapıyordu. Yere bakması mezarının yerinin tespitiydi adeta. Gökte tanrı ile hesaplaştıktan 30 saniye önce yerini beğenmişti. Ceketini omzuna alarak evden çıktığında kapıyı rüzgârın değil onun çarptığını biliyordu genç. Ardından gelen seslere aldırmadı. Hiçbir cam çerçeve kırılan onuru ya da kalbi kadar değerli değildi.

Binmedi arabasına. Kafasını dağıtmaya ihtiyacı vardı. Terzi işi Lacivert pantolonu, üzerinde mavi kareli manşetlerinde isminin baş harfleri olan gömleği, omzuna attığı Etro kazağı ve Armanı güneş gözlükleri ile moda dergilerinden fırlamış gibi görünüyor o hava ile yürüyordu. Elinde evde bulduğu bisküvi vardı. Kral kahvaltısı değildi ama açlığını bastırmaya yetiyordu. Gelen geçen arabalara baktı… Şu gelen otobüsün önüne atlasam kafam ne iyi dağılır diye düşündü. Bir müddet yürüdükten sonra arkasına bakma ihtiyacı hissetti. Karşısında gördüğü sokak köpeği evden çıktığından beri onu takip ediyordu. O durunca köpek de durmuştu. Bir elindeki son bisküviye baktı birde sokak köpeğine. Gel oğlum dedi neşe ile. Köpek korkularının arkasına sığınarak yanaşmakta tereddüt etti. Dişlerini gösterip hırlamaya başladı. Sen bilirsin edalarında yoluna devam etti genç adam. Etrafına bakarak yürüyordu. Bir arkadaşının babasının tavsiyesiydi etrafa bakmak tabelaları okumak. Hiç ihtiyacınız olmayacağı bir anda o tabelayı hatırlayabilmek önemliydi.

Allahallah dedi. Bu dükkânı burada hiç görmemiştim dedi. Eskitilmiş, yeşil tahta duvar modern bir camekânla birleştirilmiş vitrininde sadece ikinci el kitaplar bulunan bir kitap dükkânıydı burası. Yıllardır oturduğu eve çok yakındı muhtemelen her gün önünden geçmiş oma hiç dikkat etmemişti. Aslında dikkat etmesini gerektirecek bir yer de değildi zira kendisi kitap okumayı pek sevmezdi.

Bir süre vitrine baktı. Tanıdık bir duygu arıyordu, belki kendini çocukluğuna götürecek ya da kendi ilgi alanı ile yakından alakalı herhangi bir şey. Gömleğinin manşetini sağ eli ile çekerek saatine baktı. Yeni aldığı Rolex saatine bayılıyordu. Bir nevi kendi tasarımı olan özel yapım saatini altı ay boyunca bir çocuk gibi heyecanla beklemişti. İsminin baş harflerinden yaptığı logoyu saate koydurabilmek için bayağı uğraşmıştı. Saat ona daha vaktinin olduğunu söylüyordu. Kapıyı açması ile çalan zil ile tüm kafalar birden ona döndü. Utangaç bir gülümseme ile içeri girdi. Kapıyı yavaşça arkasından kapattı. Duvarda cep telefonu üzerinde çarpı işareti vardı. Sanki zil insanların dikkatini dağıtmıyordu.

Kasvetli loş ortamlardan hoşlanmazdı. Vitrinin arkasında yeşil kadifeden üzerinde gülkurusu renginde motifler olan iki tane yüksek arkalıklı berjer, aralarında altı gazetelik olan eski bir sehpa vardı. Uzak köşede eski bir gazeteyi okurken içi geçmiş krem rengi pantolonu ve kolları çevrili beyaz gömleği yaşlı bir adam vardı. Gazete pantolonuna iz bırakacak diye düşündü. Böyle şeylere dikkat ederdi genç adam kendi titizliğini başkalarında da arardı. Sağlı sollu raflarda eski kitapların olduğu raflar camları yeşil abajurlu aplikler ile aydınlatılmıştı. Tarihin ve eskinin kokusu bariz bir şekilde kendi aldığı son moda ve pahalı parfümünü bastırıyordu.

Burnunun ortasına kadar indirdiği okuma gözlüklerinin arkasında sıcacık bir merhaba diyen gözleri ile Aradığın bir şey var mı diye fısıldadı kitapçı. Tepesi kel yanlarda yıllara meydan okuyan beyaz ama gür saçları, suratı ile orantısız kocaman siyahlı beyazlı bıyığı, siyah beyaz ekoseli papyonu ile uyumluydu. Yaşlıları sevmezdi ama beyaz gömleğinin üzerindeki bordo süveter hoşuna gitmişti. Bej pantolonun altına giydiği siyah ayakkabıları ile yaşına göre stil sahibi biri olduğunu düşündü.
İnsanların o müsaade etmeden ona yardım talebi ile gelmelerini sevmezdi bu yüzden en yapmacık gülüşünü takınarak şöyle bir bakınıyorum dedi.

Dükkânın içinde ilerledikçe burnuna bir yerlerden keskin bir kahve kokusu geldiğini fark etti. O tarafa doğru ilerledi. Bu sırada gözleri raflardaki kitaplarda dolanıyordu. Genç adam tam bir kahve insanıydı. Bir kahve onu ne kadar mutlu ederdi. Her kahve içişinde annesinin yatmadan ona getirdiği üç şekerli kahveli süt gelirdi aklına. Modern dükkânların aksine ne bir sıra nede sırada bekleyen insanların telefon konuşmaları yoktu. Hiç hoşlanmazdı kahve alma sıraları ve o esnada yapılan yersiz dedikodulardan. Kahvesini koşarak değil keyif ile içmeyi severdi. Aslında fena yer değilmiş diye düşündüğünde görevli ona önünde duran yazıyı gösterdi “kitap okuyana kahve ikramımızdır”

Şaşırdı genç adam bu günlerde insanlar birbirlerine bedava selam bile vermezken neden böyle bir uygulama yaptıklarını anlamakta güçlük çekti. Eli ile bir dakika dedi. Yaşlı kadın okumakta olduğu kitaba geri döndü.

Arkasını döndüğünde elinde kitaplar ile gelen kitapçı ile karşılaştı.
Belik bu kitaplar ilgini çeker delikanlı. Şöyle bir göz gezdirdi kitaplara.

“üç silahşörler” sıkıcı diye düşündü sonuçta bu kitapla alakalı onlarca film seyretmiş ve kitap okumuştu. Genelde insanlar D’Artagnan’ı severken o hep bir Porthos hayranı olmuştu. O yüzden giyimine her zaman dikkat etmiştir. Çocukluğunda kardeşi ve kuzeni ile birlikte hepimiz birimiz, birimiz hepimiz dedikten sonra havuza atladığı günler gelmesine rağmen istemedi. Bu aslında aradığı kitap olabilirdi ama ne yazık ki o kadar vakti yoktu.
“denemeler” Montaigne’in bu kitabını çocukluğundan beri görmemişti. Zaman zaman bu kitabı karıştırır aforizmalardan kendine bir bilgi edinmeye, bunlar üzerine düşünmeye çabalardı. “gideceği limanı bilmeyene hiçbir rüzgârın faydası yoktur” dedi kitapçıya. Kitapçı gülümsedi. O zaman bu kitabın aradığınız kitap olmasını umuyorum diyerek elindeki son kitabı uzattı.

“uçurtmanın kalbi” içinde 20 adet kısa öykü olan ince bir kitaptı. Kitabın üzerinde buğday tarlasında oyuncak ayısının bir elinden tutmuş sırtı dönük bir çocuk ve gökyüzünde bir uçurtma vardı. Önsözleri severdi zira kısa olmaları onu mutlu ederdi. ilk sayfanın ortasında Sevgilim ve oğlum yazıyordu. Sıcak bir gülümseme ile teşekkür ederken yakınında bulduğu bir koltuğun kenarına ilişti. Kafasını kaldırdığında kitapçı onun yanındaki abajuru açarak çoktan girişteki masasına doğru gitmeye başlamıştı.

Hızlıca göz gezdirmeye başladı, derken yaşlı kadının yanındaki sehpaya koyduğu sütlü kahveyi fark etti teşekkür edecek oldu ama etrafta kimsecikler yoktu. Kitabı yarıladığının farkında değildi. Okuduğu hikâyelerde kendinden parçalar bulduğunda gözyaşları boğazında düğümlenmişti. Kahvesinden bir yudum aldı. Çocukluğunda içtiği sütlü kahve gibiydi tadı.

Birden bire titrediğini fark etti. “ev” yazıyordu. Titreşimi kapatarak kitaba döndü. Kitap bittiğinde tam iki saat geçmişti. Kızının akşamki doğum günü için harika bir hediye olabilir diye düşündü. Oysa evlerinin bahçesine pembe atlarla dolu bir atlıkarınca yaptırmıştı. Cebindeki bozukluklardan üç beş lira çıkardı. Bahşiş verebilmek için bir kutu arandı ama göremedi. Hızlı adımlarla geçti yaşanmışlık sinmiş kitapları. Eski kırmızı halının üzerinden geçerken aklına her yeri bembeyaz olan dijital ortamlı kitapçılar geldi. Herkesin kendi tableti ile gelip okumak istediği kitabı indirip okuduğu modern kitapçıları. Sözüm ona modern kahvecilerin stand açtığı, gümbür gümbür müzik çalan kitapçıları! Genelde o yerlerde sakin bir müzik CD’si bulup çıktığını hatırladı…

Nasıl delikanlı beğendin mi? Diye sorduğunda kitapçı ona kitaba bayıldığını hatta küçük kızı için onu satın almak istediğini yapılabilirse hediye paketi olmasını istediğini söyledi. Kitapçı gözlüklerini yukarı kaldırarak ne yazık ki kitap satmadıklarını dolayısı ile hediye paketi yapamayacağını söyledi. Genç adam parasının mühim olmadığını söylese de derdini anlatamıyordu. Peki, nasıl olacak? Dedi genç adam. Kitapçı gözlüğünü burnundan aşağıya doğru indirerek genç adama doğru eğildi. Buradan kitap almak istiyorsan bana okuduğun bir kitabı getireceksin, para ile kitap satmıyorum dedi.

Uğraşamazdı genç adam eve gidecek okuduğu bir kitabı bulacak geri gelecek zaten kitap için burada iki saat harcamıştı kitabın ismini hatırlayabilirdi. Unutmamak için ayrıca yazarın ve kitabın adını son derece pahalı cep telefonu ile resimledi. Teşekkürler ederken Armani gözlüğünü takmıştı bile.

Sokakta taksi diye bağırdı. Filmlerdeki gibi hemen bir taksi duruverdi önünde. Çalışkan Plaza’ya gidelim dedi. Toplantısına geç kalmıştı biraz hızlı dedi. Asistanına mesaj attı şu resimdeki kitabı bana bul, hediye paketi olsun yazarken. Taksi şoförü belediyeye verip veriştiriyordu. Yollar şöyle kötü, böyle park yeri, bulamıyoruz, para kazanmıyoruz, yürü be kardeşim hadi, bu kadınlara ehliyet vermeyeceksin abi. Bu arada sen hangi takımlısın diye sordu genç adama. Takım tutmuyorum ben demesine rağmen kendi anılarından bir demet hazırlamış olan taksici anlatmaya devam etti. Dört fil arabaya nasıl sığar sorusundaki direksiyona oturan fil bu taksici olmalı diye düşünürken burada ineyim dedi. Ön koltuğa para bıraktığında çoktan arabadan inmiş üstü kalsın demesi ile birlikte işine gitmişti.

Toplantı boyunca aklı okuduğu hikâyelerdeydi. Etrafına baktı, yaşını başını almış insanlar kim bilir neler yaşamışlar diye düşündü. Genç yaşta babasından kalan onlarca mal mülkün içinde hızlıca büyümüştü. Ama aklı o kitabın kapağında buğday tarlasının içindeki elinde ayısı olan o çocuktaydı.

Pardon dedi, toplantıyı ertelemek durumundayım, Nedim Bey siz gerekli işlemleri yaptıktan sonra beni bilgilendirirsiniz. Özür dilerim başka bir randevuya yetişmem gerekiyor diyerek toplantıdan ayrıldı.

Büyük bir ofisi vardı, kocaman yere kadar camları olan. Camdan masası üzerinde Apple laptopu. Beyaz koltuğuna oturdu ayaklarını masanın üzerine alarak gerilebildiği kadar gerildi. Tabletinden okuduğu kitap ve yazar hakkında birleşeler bulmak için arama yapmaya başladı. Kapısı çaldığında kafasını kaldırdı ve asistanı ile göz göze geldi.

Nevin Hanım baba yadigârıydı, babası vefat ettiğinde onu sen benim gözüm kulağımsın diyerek işten çıkarmamıştı. Nevin hanım yaşlıca olmasına rağmen çok akıllı ve bir o kadar saygılı, işini iyi yapan bir kadındı. Çoğu kişi ondan korkardı. Kardeşi ile şirket koridorlarında koşuştururken bize kızacak diye korktuğu zamanları hatırladı.

Bulamadım Fırat Bey ”uçurtma’nın kalbi” diye bir kitap yok! Hatta hiç basılmamış. Siz arayın derken kendisi kitabın izini internetten sürmeye devam ediyordu.

Ayağa kalktı ve cama doğru ilerledi, sabahki kavgaya dair en ufak bir şey kalmamıştı kafasında. Otuzuncu kattaki ofisinden manzara inanılmazdı, ileride deniz parıl parıl parlıyordu. Trafik yine allahlıktı. Aşağıda parkın içerisindeki kitapçı geldi aklına. Kendi asansörü vardı. Hiç kimse ile muhatap olmadan binadan çıkabiliyor ve ya park yerine inebiliyordu.

Koşar adım o meşhur kitapçılardan birinde aldı soluğu. “”uçurtma’nın kalbi” isimli kitap sizde var mı? Dedi. Hiç duymadım bilgisayardan çek edelim görevli. Tikleri vardı geç adamın çek etmek ne demekti! hiç anlam veremezdi. Siz kontrol edin ben de bakınayım diyerek gözlerini raflarda gezdirmeye başladı.

Sabah duyduğu o yaşanmışlığı o tarih kokusunu bulamamıştı. Umutsuzca raflara bakınırken hikâyeleri nerede bulabilirim diye sordu. Etrafta koşuşturan çocuklar, anlamsız bir müzik ve ucuz bir oda parfümü kokusu vardı. Umutsuzluk içinde hikâye raflarına bakarken telefonu çaldı ”iş” yazıyordu sizi dinliyorum Nevin hanım diyerek açtı telefonunu. Sinirlenerek aramaya devam edin gerekirse yazara ulaşın ve elindekilerden alın dedi. Öfke ile kapattı telefonunu. Eskiden okuduğu en ince hikâye kitabını alarak çıktı. En nihayetinde sabahki kitapçı ondan istediği kitaba karşılık bir kitap istiyordu. Saatine baktı saat 4’e geliyordu. Kitapçının telefonunu almış olmayı diledi. Gittiği en dandik restoranın bile kartını alan biri olduğundan kendine kızdı söylenerek parkın çıkışındaki taksi durağına koştu.

Arabadan indiğinde gözlerine inanamamıştı. Sabah girdiği kitapçının yerinde pis kokulu bir dönerci duruyordu. Nasıl olur diye şaşırdı! Dönerciye burada bir kitapçı vardı dediğinde ben bu dükkânı yirmi sene evvel açtığımda bir kitapçı vardı cevabını alınca. Belki arka sokaktadır diye kitapçıyı aramaya koyuldu. Bir arka sokak öteki yan sokak derken kendini evinin önünde buldu.
Hoş geldiniz Fırat Bey dedi yaşlı güvenlik görevlisi. Yürümek için güzel bir gün diye devam ederken genç adam buralarda bir kitapçı vardı sen hatırlıyor musun dedi. Valla benim bildiğim kadarı ile yok dedi yaşlı güvenlik görevlisi. Ama istediğiniz bir şey varsa çocuklardan birini yollarım diye devam etti. Yok, yok ben biraz daha yürüyeyim hava gerçekten çok güzel dedi Fırat. On dakika karışık sokakların içinde kaybolduktan sonra o gün sabahtan beri bir şey yemediğini fark etti. Köşedeki simitçiden bir simit alırken buralarda kitapçı var mı diye sordu. Abi ben Mardinliyim buraları bilmiyorum dedi simitçi. İyi günler diyerek yürümeye devam etti tabelalara bakarak. O esnada sabah peşine takılan köpeği gördü. Köpek elindeki Simit’e bakarak havlıyordu. Simit’i arkasına doğru götürdü köpek üzgün gözlerle başını yere doğru eğerken Reks buraya gel diye bir ses duydu. Yerde oturmuş bir evsizdi sesin sahibi. Genelde dilencilere para vermezdi Fırat. Ama simitçinin verdiği para üstü bozuklar elindeydi.

Sakalları uzamış yüzü kir pasak içinde bir evsiz üzerinde yırtık kıyafetleri bir market arabasının içinde kendi eşyaları ve dayanılmaz bir kokusu vardı. Önündeki çanağa para atarken, elindeki kitabı kucağına koyarak biçare vaziyette açım abi dedi. Elindeki simiti simitçiye sallayarak iki simit istedi Fırat. Afiyet olsun diyerek adama uzattığında adamın okuduğu kitabın kendi aradığı kitap olduğunu fark etti.

Bu kitabı nereden buldun diye sordu. Adam konuştukça Fırat hayrete düşüyor şaşkınlığı daha da artıyordu. Kulaklarına inanamıyordu.

Dilenci yirmi sene evvel arka sokakta bir kitapçı olduğunu ve oranın sahibi ve ahraz karısının yanında çalıştığını, orada çıkan bir yangında ikisinin öldüğünü ve sadece bu kitabı kurtarabildiğini anlatıyordu. Alacakaranlık kuşağının ortasında kalmış gibiydi Fırat. Yüzü kireç beyazıydı. Peki dedi bu kitap için ne kadar istersin diye sordu dilenciye. Üzgünüm abi bu kitap para ile satılmaz ama bana okuduğun bir kitabı verirsen sana bu kitabi veririm.

Fırat ne çeşit bir kamera şakası ile karşı karşıya olduğunu sınarken tamam dedi. ve öğlen aldığı kitabı dilenciye uzattı.
SON

Hikmet SAVATLI’nın “Uçurtma’nın Kalbi” İsimli Kitabının hikâyesini sizlerle paylaşıyorum olur da kitapçılarda ararsanız bulamazsınız;)