
“Tatlı limonu, turuncu, zeytini, inciri, narı, hurması, servi ağaçlan, şekerkamışı ve pamuğu ünlüdür. Toprağı bol ürün verir ve çok iyi manda yeridir.”
Evliya Çelebi Seyehatnamede ayrıca, yerleşimden ve şehir nüfusundan da bahsediyor. Gel gelelim bana göre yazmayı unuttuğu pek çok şey daha var. Bana göre Tarsus eski bir kitabın içindeki karanfil gibidir. Her sayfayı çevirdiğinde farklı bir koku gelir burnuna, tıpkı her köşesinde bulunan unutulmuş tarihi bir eserin olduğu gibi. Nedir bu şehirlerimizdeki eksiklik? Bizim anlamadığımız veya göremediğimiz? Ne yazık ki marka şehirler yaratamıyoruz. Dubai’de adam çölün ortasında olmayan tarihini müzeler ile satarken bizler, şehirlerimizi ve dahi onların tarihini satamıyoruz.
Nasıl mı? Şöyle ki;
Olmayanı değil, aklımda kalanlardan alevli meyve kıvamında bir birikim yapalım!
MÖ 5000 den bu güne nasıl geleceksek
Buraya ilk gelen araplar, arapça “soğuk su” anlamına gelen Berdan kelimesiyle Tarsus Çayına bu gün hala kullanılan ismini vermişler. Kervanlar Berdan kenarında verirlermiş molalarını, yüreklerinin yangınını buranın buz gibi suyu ile söndürürlermiş.
Mesela, Cleopatra ve Marcus Antonius’un aşk yuvasıdır Tarsus. Roma döneminde kentin bu kadar gelişmesinin ve tarihi öneminin artmasına sebeptir. Zamane süper güçlerinin imparator ve kraliçesinin evidir. Berdan da orman içlerine ve deniz yönünde geziler yaparmış Cleopatra. Tarsus İskenderiye arası ticari ve yolcu seferleri bu zamanda önemini artırmıştır. O kadar sevmiş ki Kleopatra buraları, imparator Kilikya ve Tarsus kıyılarını ona hediye etmiş.
Tarihin sayfalarını hızlıca çevirelim Aziz Paul’dan bahsedelim. Vatikan’a gittiğim zaman aziz Pier/Pietro/Peter meydanında kocaman heykeli vardır. Altında da İncil’de bahsedilen şekli ile “Tarsuslu Paul” diye yazar. Evi ve adına yapılan kilise halen Tarsus’ta. Hatta geçenlerde hangi yıl olduğunu hatırlamıyorum “”bir kapanış seremonisi düzenlendi. Patrikhane üst düzey katılım gösterdi.
Eski evler sokağı, doğal bir film platosu, tarihin dondurulmuş bir halidir. Eski püskü kıyafetli arkasında bir katırın çektiği kırık dökük, esmer bronz yaşlı bir amcayı koy o sokağa. Sanırsın adam Osmanlı zamanında baharat satıyor. Bu yanda sokağın diğer ucunda Messi formalı çocuklar görürsün. Al fotoğraf makinanı kaybol tarihin içinde.
Bir yanda Şahmeran diğer yanda Eshab-ı Kehf…
Tantuni, ciğer bir başka pişer Tarsus’ta…
Çok yer gezdim gördüm, “kahvaltıya et attırdım buyur!” denilen yer Tarsus’tan başka görmedim.
Kolay mı üç aşağı beş yukarı ortaokul liseyi geçirdik. Git gel Tarsus Adana’dan yarım saat. Okuldan tantuniciye, tavukçuya, Amerikan’a kavgaya kaçmalar. Bu tantuninin içindeki gizli madde kedi etidir “şehir efsanesinden” korkak ısırıklarla yenilen tantuni ve onun altından akan yağın gömlekteki izleri…
“Tarsus, secret love garden of Cleopatra and Marcus Antonius”…
“Tarsus, Home of Saint Paul”…
“Shahmeran welcomes you”…
İşte sana iki etiket, yapıştır sat! Tepe tepe kullan. Bunlar sadece benim aklıma gelenler. Kaldı ki daha benim bilmediğim, hatta orada yaşayanların bilmediği ne güzel yerler, ne gizli kalmış tarihi yerler var Tarsus’ta. Nisanda haziranda git de o limon çiçeklerinin mis gibi havasını çek içine, Şelale’de ye iç en meşhur lezzet durağı.
Ama ne yazık ki, bugün Adana ve Mersinin arasına sıkışıp kalmış, kendi gibi unutulmuş adeta çamura saplanmış altın bir Bizans sikkesi.
Güzel yerdir vesselam.
Ama n’olacak bu tarsusun hali
Hikmet SAVATLI