6 üstü hayat

Hikmet Savatlı - 4 Nisan 2016

Elhamdülillah

Hikmet Savatlı - 4 Nisan 2016

Cevherin peşinde

Hikmet Savatlı - 4 Nisan 2016

 

Doğum nedir?
Hepimiz doğumumuza şahit olduk ama kim doğumunu kelimesi kelimesine anlatabilir ki? Doğum ve ölüm gece gündüz gibi bir bilinmezlik sarmalında kendilerine hayat içerisinde yer bulmuş iki gerçek. Ne diyor üstad “doğum gözlerini açmaktır, ölüm ise gözlerini kapatmaktır öyleyse hayat bir göz kırpıştır” neresi doğru neresi yanlış bilemiyorum. Doğum bir başlangıç diyen var, ölüm bir başlangıç diyen var. Doğumundan sonra gelen süreçte yaşadığın hayat, ölümünden sonra yaşayacağın “hayat” ile paralel midir, yoksa çakması mıdır? Yanarlısı dönerlimisidir bilinmez…

Yollar yürümekle aşınmıyor lakin beyin düşünmekle aşınıyor. Ama her ucunu tuttuğun yol seni bir yere çıkartıyor. İnsanları düşünüyorum, onları doğa içinde dağıtıyorum, doğanın içinde kendime de bir yer buluyorum; kimisi çim oluyor, kimisi sarmaşık. Kocaman bir çınar olan da var ne bileyim çeçe sineği olan da var. Doğadaki uyum ve ahengi insanlarda göremiyorum. Kim daha acımasız aslında karar vermek güç! İşte bir başka sorular sarmalı burada da başlıyor.

Gökyüzünü elleyecek kadar yükselen ağaçlar yere düşen palamutların büyümesine hep engel olur mesela. Siyasetten bir örnek vereyim. İsmi lazım değil bir partinin gençlik kolları başkanı 50 yaşını geçmiş biri, yaz o güzel abinin ismini sonsuzluğa uzanan ağaçlardan birinin üstüne. Tut bütün köşeleri ormanın, sonrada siyasete yeni fidanlar indirmek lazım… Ağabeyciğim sen bize güneşi göster, oksijeni, suyu bir şekilde bizler tedavül ederiz. Amaç fotosentez değil tabi amaç hayatta kalmak. Ağacın üstünde kuşlar, altında yaprağının düşmesini bekleyen organizmalar, böcekler vs. varlığından nasiplenecek o kadar eleman varken bu acımasızlıkta kim ne yapsın palamudun derdini? Söz meclisten dışarı, oturduğun koltuğa değil, oturduğun koltukta yaptığın eserlerin kök salsın demek lazım bazı siyasilere.

Sorgulamak güzel şey ama sorgunun ardında saklanan gerçeklik püf diye suratına üflediğinde duman gibi, şekilden şekle girerek yayılır mı ruhun?  Değişik şekillerde hayatın içine karışarak yok olana kadar dağılır gider mi doğanın içinde? Topraktan gelip torağa gideceksek senin de bu noktada biraz düşünmen gerekir.

Ben insanlar için üzülüyorum, onlar için endişeleniyor ve korkuyorum. “Zavallı” ve “çaresiz” olmak sindirmeye çalıştığımız genetiğimizde kodlu endişelerimiz var. Tabi ölümsüz değilsen veya Grek hikayelerindeki yarı tanrılardan biri değilsen “zavallı” ve “çaresiz” olma durumu senin içinde geçerli. Geçenlerde bindiğim uçak, iniş için alçalmaya başladığında bunu düşünüyordum mesela. Kim olursan ol ne olursan ol, yukarıdan ne kibrin, ne paran, ne havan ne de güzelliğin görünüyor. Hatta sıfatın insandan varlığa kadar geriliyor. Yere indiğin zaman farklılaşanları “göz” ile görüyorsun, zamanla dokunduğun” insanların farklarını, renklerini görüyorsun.

Yeni doğan bir bebek nasıl “çaresiz” bir şekilde ağlıyorsa, yaşlı bir insan yaşamın omuzlarına koyduğu kambur ile “zavallı” bir şekilde yürüyorsa bu durum insanın içinde hep var olacaktır. Fiziki olarak algılamamak lazım her şeyi, memleketin en zengin adamlarından biri, onca parasına, hastanesine ve kudretine rağmen oğlunu ölümün elinden alamadı. Hangi inanca sahip olursan ol, hatta ateist bile olabilirsin, bu duyguları hissedeceksin.

Yapmış olduğum seyahatlerden birinde, sanırım Milano’daydı, girdiğim bir kitapçıdan kalınca “the book of symbols” kitabını almıştım. Arada bir karıştırıyorum, düzenli okuma alışkanlığım olmamasına rağmen başucumda duran beş altı kitaptan biri oldu. Bu metaforları kitaptan destekler semboller arıyorum. Okudukça başka anlamlar öğrenip onları hayatın içinde yakalamaya çalışıyorum.

Ama esas üzüntümün sebebi benim bir noktada yakalamaya çalıştığım insan profilini onlarda bulamamamdan kaynaklanıyor. Kişi kendini bilmelidir, kendini bilmenin ötesinde ayna olabilmeli ve kendisi üzerinden karşısındakine olması gerektiğini göstermelidir. Her ne kadar karşısındakinin alacağı kapasitesi kadar da olsa bunu samimiyetle yapmalıdır.

Kendini bilmenin yaratacağı bilgelik üzerine bir Fars dörtlüğü şöyle diyor;

“O ki, bilmiyor ama biliyor bilmediğini; çocuktur, onu eğitin/yetiştirin.

O ki, bilmiyor ama bilmiyor bilmediğini; cahildir ondan uzak durun.

O ki, biliyor ama bilmiyor bildiğini; uykudadır, onu uyandırın.

O ki, biliyor ama biliyor bildiğini; bilge kişidir onu izleyin”

İşte benim bütün derdim sana o bilge kişinin içinde olduğunu bildiğim insanın içindeki cevheri bulabilmek…

Varsın duman gibi havanın içinde yok olsun ruhum, elbet birisi bir gün kıymetimi bilecek ve ben o cevherde parlayacağım…

Hikmet SAVATLI | The Wisdom