Sis hayatın fotomontajıdır…

Hikmet Savatlı - 8 Ağustos 2014

Nasıl Bilirdin?

Hikmet Savatlı - 8 Ağustos 2014

Bora ve Barış

Hikmet Savatlı - 8 Ağustos 2014

Ceplerini yokladı genç adam belli ki istediği çiçeği alacak parası çıkmayacaktı.

-“teşekkürler kalsın” dedi boğazı düğümlenerek.

İsyan etti kaderine, gözü karşı kaldırımda bir apartmanın önünde ekili papatyalara takıldı! Lanet olsun diyerek kendini yola atması ile birlikte acı bir fren ve korna sesi duydu!

-“gebereceksin ulan! Kör müsün?” diyordu dolmuş şoförü yolcuların korku dolu suratları, Kadıköy moda dolmuşunda değil lunaparktaki roller costerda olduklarının habercisiydi.

Kalbi hızla çarpmaya başlamıştı, kulağının arkasına sıkıştırdığı tek dal sigarayı ateşlemenin vakti gelmişti. Yol kenarında duvarın üzerine otururken yakıverdi sigarasını. Korkmuştu ama içindeki nefret onun korkmasına bile müsaade etmiyordu.

-“ Bende onlar gibi yaşayacağım hayatı” dedi televizyonda gördüğü insanlara imrenerek! Sonu ne olursa olsun bir hiç olarak ölmeyecekti. Derin bir nefes aldı sigarasından, yoldan geçenlerin üzerinde sigara dumanı ile halkalar yaparak fırlatıyordu! İşte o gün karar vermişti, yolda geçen adamın paltosundan, ötekinin gömleğinden, hatta berikinin üstü açık arabasından, alacaktı!

Alacaktı ama nasıl alacaktı? Cebinde bir simitlik, birde dolmuşluk para vardı, sigarayı bile babasının zulasından yürütmüştü! Manitasına çiçek alsa eve yürümek zorunda kalacaktı! Dünya onun için pek misafirperver bir yer değildi! Hışımla oturduğu yerden kalktı! Elindeki sigarayı parmak ucu ile hızlıca yere fırlatarak kendini yola attı. Hızla akan trafiğin içerisinde, korkusuzca daldı, korna sesleri ve küfürler ile karşı kaldırıma geçti. İki avuç dolusu papatya yoldu çiçeklikten. Hızlıca uzaklaştı oradan hala küfür ediyordu. Yerdeki kola kutusuna o kadar hızlı tekme attı ki, sanki dünyayı tekmeliyordu. Kaderini, yaratanı ve bugüne kadar dünyayı ona dar eden bütün unsurları tekmeledi.

O ESNADA MAÇKA’da

Onu mu alsam ötekini mi alsam karar veremedim diye düşündü, aslında ikisini birden alabilirdi. Cebinden kocaman bir puro çıkardı, Gurkha Black Dragon. Tütün kokusunu içine çektiği sırada kocaman bir puro kül tablası getirildi. Müşterilerin özel odalarda alım yaptığı Tiffany & Co. Bora için her zaman uğradığı bir yerdi. Los Angeles’da her sabah kahvaltısına gider, Kobe Burgerine bayılırdı. Puroyu yakarken hiç acele etmiyordu. Ateşte yavaş yavaş puroyu çevirirken odaya ağır bir tütün kokusu yayılıyordu. Kimse konuşmuyordu, çalışanlar Bora’nın purosunu yakma törenini sessizce izliyorlardı. Dizlerinin üzerine çöktü taşlarla göz göz geldi, ağzındaki dumanı taşlara halka şeklinde üfleyerek

-“bu ikisini alıyorum, hediye paketi olsun. Birde şuradaki kol düğmelerini” dedi genç adam. Purosunu ağzına alarak Prada cüzdanını çıkardı, satıcıya platinyum kartını uzatarak arabasını, çıkışa getirmeleri için istekte bulundu. –“Teşekkürler diyerek dükkândan çıkarken, kapının önünde kar beyaz gıcır gıcır Ferrarisi onu beklemekteydi. Jantlar göz kamaştırıyordu, araba o kadar parlıyordu ki, kaportadaki yansımasından saçını düzeltti. Gözünde güneş gözlükleri, gök mavisi keten ceketi, beyaz gömleği ve pantolonu ile muhteşem görünüyordu. Günlük sporunu aksatmadığı için uzun boyuna rağmen gayet yapılı ve fit duruyordu. Çapkın bakışlara aldırmadan arabasına bindi. Arabasının üzerinin açılmasını beklerken, kulaklarında Vivaldi’nin dört mevsimi çalıyordu adeta. Purosu, arabası, havası ve dahi her şeyi ile dünyanın sahibi gibi duruyordu. Arka koltukta sabah şoförüne aldırttığı çiçekler duruyordu. O kadar özenle seçilmiş çiçeklerdi ki her hangi ikisini çekip karşılaştırılsa birbirinin ikizi çıkardı. Gaza bastı araba patinaj yaparak ok gibi fırladı. Maçka’dan karşıya geçecek ve Nesrin ile buluşacaktı.

BAĞDAT CEDDESİ

Teneke, park halindeki son model arabanın arka tekerleğine çarparak durdu! Tanrım ne arabaydı o! Hayallerindeki araba, rengi beyazdı ama olsun yine de çok güzeldi. Hatta plakası bile ismimin baş harfleriydi bu yüzden katil bile olabilirdi yavaşça yaklaştı arabaya, üstü açık olduğu için doğrudan ne var ne yok görebiliyordu. O esnada kapı açıldı, kendi yaşlarında bir çocuk indi arabadan. Elinde altın sarısı cep telefonu, bilekliği, ceketi, ayakkabıları ile arabadan değil adeta podyumdan iniyordu! Koşarak mağazalardan birine girdiğinde arabası hala çalışıyordu.

-“İşte!” dedi bu gün kaderime isyan edip bu dünyayı benim yapmak için attığım ilk adım! Artık her şey benim olacak diye düşündü!
Yumruklarını sıktı! Dişleri neredeyse sıkmaktan kırılacak vaziyetteydi, alnındaki damar iyice şişmişti, düşünmeyi artık bırakmıştı! Hayatını ve o güne kadar tüm yaşadıklarını düşündü!
-“Allaaaah! Diye bağırarak düşünmeyi bıraktı. Arabaya bindi hışımla, yanında bulunan kadına
-“bacım aşşa!” dedi. kadın sarsılmıştı, o şokla
-“pardon anlamadım nereye?” diye sordu.
-“Aşşa lan! Aşşa Gerzek karı! Dışarı! De hadi s**tir!” dedi. ağzından salyalar çıkan bir canavara dönüşmüştü! Eğilerek kapıyı açtı ve kadını kolundan tutuğu gibi arabanın dışına attı! Gaza öyle bir bastı ki araba önündeki at amblemi gibi şaha kalktı!

-“Boraaaa! Arabanı çalıyorlar! Yetişiiiiin! İmdaat” diye kıyameti kopardığı sırada Bora koşarak geldi. Elinde Vetrtu telefonu hemen polisi aradı ve durumu anlattı, kız arkadaşını sakinleştirmeye çalışırken. Telsizden olayı duyan yakınlarda bulunan bir ekip arabası gezici karakol ile yanlarında bitiverdi.

-“arabamı bulacaksınız memur bey!” dedi, sinirle işaret parmağını polisin suratına sallayarak. Chopard marka güneş gözlüklerini hiç çıkarmamıştı. 34 BAD 34 Beyaz LaFerrari dünyada 80 tane olan bir arabayı bulmanız çok zor olmasa gerek!” diyerek purosunu ağzına aldı. Manşetlerinde isminin baş harfleri yazılıydı B.A.D. kol düğmelerinde de bu üç haf iç içe geçmiş halde bir hologram vardı. Elini havaya kaldırdı Philippe Patek saatine baktı, kız arkadaşını taksiye bindirirken eve git akşam ararım dedi. Tutanağı imzaladığı sırada şoförü çoktan onu almaya gelmişti…

ARABADA

-“tamam, oğlum Barış bitti sefalet!” diye bağırarak geçti boğaz içi köprüsünden. Elinde boranın pürolarından vardı. Nereye gideceğini ne yapacağını hiç düşünmemişti aslında. Sadece anın büyüsüne kapılıp kendini içinde bulunduğu garip durumu anlamaya çalıştı.

Halkalı tabelalarını takip ediyordu, terkedilmiş bir depoya giderek orada arabayı parçalayabileceğini ve satacağını düşündü. Kulağında para sesi, magazin programlarında gördüğü gece kulüplerine gidecek ve orada eğlenecekti. En yakın tekelden iki bira alıp park köşelerinde banklarda sürünmeyecekti. Menüdeki en pahalı şişeyi sipariş edecek, hatta inadına yerlere dökecekti!

Artık bir hiç olmayacaktı “bey” diye hitap edilecekti kendisine. En pahalı cep telefonundan da alırım diye düşündü. Rüzgâr saçlarından eserken gaza daha da bastı. Ellerini direksiyondan yukarı kaldırarak yumruklarını sıktı, kalbi her zamankinden daha çok atıyordu. O sırada sirenleri duydu! Dikiz aynasından baktığında arkasında iki tane motosikletli polis gördü. Flaşörler yanıyor sirenler çalıyordu. Kalbi uzun soluklu atmaya başladı, her ne kadar kendisine sakin olması yolunda telkin etse de kalp atışlarını yavaşlatamıyordu. Avuç içleri terliyor direksiyonu tutmakta zorlanıyordu. Alnından akan terler gözüne doğru gelmeye başlamıştı. Refleks olarak dönüp arkasına bakma ihtiyacı hissediyordu. Bu esnada motosikletli polislerin yanına arabalı ekipler de eklenmişti. Derin bir nefes aldı, gaz pedalı daha ileri gitmiyordu maalesef. Küfürler savurarak İstanbul’un karmaşık trafiğinde yol alıyordu. Tepesindeki polis helikopterinin sesi ile kala kalmış ne yapacağını bilmez bir duruma girmişti. İçinde bulunduğu durum giderek karmaşıklaşıyor, içinden daha bir çıkılamaz hale geliyordu. Karnına ağrılar girmeye başlamıştı, hayatında yaptığı en çılgınca eylemi yaparken yarım saat önce nerede ne yapmak istediğini hatırladı! Çaresiz değildi önce arkasındaki polisleri atlatacak. Sonra terkedilmiş bir garaj bulacaktı. On gün kadar bekleyip arabayı, olmazsa parçalarını söküp satacaktı. Plan belliydi, yapması gereken tek şey sakin olmaktı.

İlk çıkıştan çevre yolunu terk etmek için çıktı. İleride bekleyen arabaları görünce yan yola saptı, istanbulun bu kesimlerini pek bilmezdi lakin beyni değil gözleriydi onu yönlendiren. Kendine açık bir yol bulmuştu, motosikletliler hala arkasındaydı, helikopterin sesini çok rahat duyabiliyordu.

Üstü kapalı bir yer, ya da bir tünel önce helikopterden kurtulmasını sağlayabilirdi. Direksiyonu sıkıca kavradı. Nemli ellerinden bir gıcırtı geldi. o direksiyona değil hayata tutunuyordu. Hapse girmeye niyeti yoktu. Slalom yaparak önündeki arabalardan kurtuldu, şansıda yaver gitti arkasındaki polisler ile arayı açtı. Yakınlarda bildiği bir alışveriş merkezi vardı. Arada sırada arkadaşları ile insanlara bakmaya ve hamburger yemeye giderdi. Oraya girecek otoparka arabayı park edecek ve kalabalığa karışacaktı. Filmlerde ajanlar binlerce kere yapmıştı bu manevrayı. Sanki doğuştan biliyordu her şeyi! “Gerçek kral benim bu şehirde herkes önümde diz çökecek” diyordu.

BEBEK

-“bora bey iyi günler”
-“buyrun”
-“ben polis memuru Necip, çalınan araç ile ilgili arıyorum”
-“Dinliyorum!”
-Bora bey aracı bayrampaşaya kadar takip ettik, arkadaşlarımız yakın temas halinde”
-“Sonuç! Necip Bey! Sonuç! Arabamı istiyorum ben!”
-“Biz de bunun için çalışıyoruz bey efendi arkadaşlarımızdan şüpheli şahsın aracı bırakarak kaçtığı haberini aldık olay yerine intikal durumundalar.”
-“Tamam, ben de geleceğim nereye gidiyorsunuz?”
-“beyefendi gelmemeniz sizin için daha emniyetli olur, sizin can güvenliğinizi sağlayamayız!”
-“Adresi ver Necip! Müdürünü aratma bana!”
Adresi önündeki bloknota yazdıktan sonra telefonla sekreterine
-“ iki dakika sonra şoför kapıda olsun çıkıyoruz!” dedi ve telefonu duvara fırlattı. Elinde adresin yazılı olduğu sayfayla Hışım ile ceketini alarak hızlı ve sinirli adımlarla asansöre yöneldi. Burnundan soluyordu. İmkânı olursa o şerefsizi polisten önce yakalayacak ve ağzını burnunu kıracaktı.
-“çabuk sür bayrampaşaya orada bir alışveriş merkezi varmış! Kırmızı ışık filan dinleme bas!” altlarındaki son model Mercedes son sürat yerinden fırladı.

Bayrampaşa çıkışından çıkarak ara yollara girdiler, alış veriş merkezine çok yaklaşmışlardı. Şoför, kırmızı ışıkta geçerken, bir anlık dalgınlıkla sağdan gelen otobüsü görmedi. Otobüs yıldırım gibi siyah mercedes’e Bora’nın tarafından vurdu. 13 metre sürüklendikten sonra anca durabildi. Otobüs şoförü feryat figan araçtan indi. Başını ellerinin arasına alarak olduğu yerde yere çöktü. O sırada yolcular, söylene söyle araçtan iniyorlardı.derse yetişemeyen’ler, kiranın son günü’ler, kadersiz’ler, sevgilim kaza oldu’lar, cep telefonu ile kaza resim ve videolayanlar, vs…

Etraftan gelenler mercedes’in içindekileri kurtarmak için planlar yaparken ne kanlar içindeki şoför ne de paramparça olmuş Bora kımıldamıyordu.
Beş dakika kadar sonra bora kendine geldi. Emniyet kemerini çıkardı, aynadan kendine baktı ve saçlarını düzeltti. Arabadan indi, yerdeki cam kırıklarını görünce

“allah allah kaza mı olmuş burada?” diye düşündü. Koşarak alışveriş merkezine doğru yöneldi arabada duran cansız bedenine aldırmadan.

OTOPARK

Ne yazık ki planlar Barış’ın istediği gibi gitmemişti. Arabanın içindeki GPS dakika dakika polisleri bilgilendirerek kaçmasına engel olmuştu. Arabadan inerek kaçmaya çalışan Barış Dur ihtarlarına ve uyarı ateşlerine karşı gelince, bacağından vurulmuştu. Kanlar içinde yerde sürünürken hala aklında istanbulun kralı olmak vardı! Ekipler onu kelepçelemek için üstüne atladığında bir punduna getirip polislerden birinin silahını kaptı.
-“Silahı var!” diye bağıran polis memuru ilk ateşi yaptı, ve arkasından silahların senfonisi başladı. Barış’ın bedeni kevgire dönerken, hırs bürümüş gözleri acı ile açıldı.

Bacağından giren ilk kurşun yerine elleriyle bastırdı, ama acı hissetmiyordu. Ayağa kalktı. Ona silah doğrultmuş polislerin yüzlerine bakıyordu, gözlerinin içine. Yürüyerek çekip gitmek istedi, yerde yatan bedenine aldırmadan.

ZİNCİRLİKUYU

O gün İstanbul’da iki mezar yeri açıldı, biri zincirli kuyu mezarlığında Derenoğlu Aile mezarlığında diğeri ise kimsesizler mezarlığında. Zincirlikuyu Mezarlığında siyah rengin hakim olduğu bir moda defilesi vardı adeta. Park yerindeki arabalar çoğu insanın otomobil dergilerinde gördüğü hayalini kurduğu cinstendi. Babası indirdi evladını mezara, annesi bakamıyordu bile bir köşede ağlıyordu, mezarlıkta gözünün önünde oğlunun ilk adımlarını attığını ve sanki orada oyunlar oynayarak koşuşturduğunu görüyordu.
-“yapma oğlum düşeceksin!” diye bağırdı. Yaşlı ve acıyan gözlerle sessiz bakışlara maruz kaldı. Hakkını helal ediyorum bile diyemedi, kol düğmelerini öperek, Boranın ona hiç veremediği nişan yüzüğünün içinde olduğu, Tiffany & Co. torbasına koyarak Nesrin’e verdi. Leh tahtalarını inci gibi dizdi görevliler. Babası, oğlunun mezarına elleri ile toprak attığı sırada hoca çoktan duaya başlamıştı.

KİMSESİZLER MEZARLIĞI

Kimsesiz çocukların ana kucağı ve son durağıdır. Doğum ve ölüm arasındaki zamanı nasıl geçirdiğine bakılmaksızın ebedi istirahate burada kavuşan kimsesizler büyük bir ailedir. Nedendir bilinmez topluca açılır, ve topluca kapanır. Dua edenleri çoğu zaman olmaz çünkü kimsesizdirler.
Mezarlık Morg görevlisi Şekip Efendi, sabah çayını daha demlememişti. Adli tıptan gelen ambulans şoförü
-“hadi şekip efendi, siftah benden bereket Allahtan iş başı” demiş ve ambulansın kapıları açmıştı. –“Tepsiyi alıp geliyorum” dedi Şekip Efendi,
-“Alma hemen gömeceğiz bunu vurulmuş mu ne olmuş garip” dedi ambulans şoförü. Yadırgamıyorlardı artık. Ölüm onlar için normalden de öte bir hal almıştı. Her ne kadar doğum kadar normal bir durum olsa da insan yitirdiklerinin acılarını her daim kalplerinde taşıyor. Hep zaman var gibi geliyor her şey için. Sonra giderim, sonra yaparım, sonra ararım, sonra sonra sonra… ölüm işte bu sebeple doğum gibi değil, aksine acıdır. “sonra”sı yoktur.

Acil durumlar için açılmış boş bir mezara Barış’ı indirdiler. Rasgele konulan leh tahtalarının ardından kepçe ile kapatıldı mezar.
-“allah rahmet eylesin” diyerek ayrıldı Ambülans şoförü. Şekip Efendi dindar bir adamdı, bir fatihasını esirgemedi.

SON

Hikmet SAVATLI