
Düşüncelerini, aforizma denizlerindeki fırtınalardan kurtararak kelimelere dönüştürmek. Üstünde yaşadığımız topraklarda gündem yazmak, yazabilmek…
Yazdığın yazıyı bitirdiğin anda değişen bir gündem olduğunu düşündüğünde yapılması bir o kadar zor bir iş. Hikaye yazmaya, dört yıldır bitiremediğim kitabıma geri döneyim diyorum ama kafam hap başka bir yönde. At gözlüğü lazım belkide benim gibi insanlara. Kafa toplayabilmek ve suya sabuna dokunmayan yazılar yazmak, benim için kolay olsa da yüzlerde bir tebessüm olmaktan ziyade akıllarda bir soru işareti olmayı daha çok tercih ediyorum.
“Sor ki öğrenesin”
Annem ve babam hep böyle söylerdi, zira ben önce insanları gözlemlemeyi tercih ediyorum. Tamam, kabul ediyorum 36 yaşında dahi “çok soran” biri olduğumu biliyorum; ama benim sorularım genelde “insan” üstüne. Evde sorduğum soruların cevapları referansı kitap olan tavsiye yada bu gün bilmem ne gazetesinde şu yazarı bir oku olurdu. Okudum, okudukça bu ne diye düşündüm, düşündükçe bağ kurdum, düşüncelerim arasında köprüler oluştu gittim geldim.
Kurduğum bu köprüler arası geçiş ücreti alsaydım sanırım uzay mekiği alırdım. Gördüğün gibi bir yerlerden hep bir yerlere bağlanıyor. Şimdi konu Osman Gazi Köprüsüne, Yavuz Sultan Selim Köprüsüne yada “kalkışma” denilen olayda birinci köprüde yaşanan olaylara gelecek diyorsun değil mi? hayır, getirmeyeceğim.
Bilgi çağında yaşıyoruz, telefonlarımız hatta kullandığımız arabalar bile bizlerden akıllı. Gel gelelim “akıllı” olan telefon sadece senin akıl kapasiten kadar çalışır. Ne yazık ki akıllı telefon sahibi olmanın bize verdiği tek heyecan cep telefonundan oyun oynamak! Halbuki sadece tanıdığın insanların sesini duymaya yaramıyor o telefon, sana dünyayı veriyor. Elinin altında, kullanmasını bilirsen dünyanın bilgisi var.
Gazete, dergi, kitap veya dünya üzerinde olan bir olaydan haber alma özgürlüğü o telefonda var. Sosyal medya olduğundan beri arayan soran insanlarım azaldı zira hayatı ve arkadaşlarını oradan takip edebilme şansın var. Tabi biz Türkler kafayı hiç olumlu işlere çalıştırmıyoruz, sosyal medyada olan her türlü paylaşımın dahi dedikodusunu yapıyoruz.
El kadar ekranı pencere gibi kullanan dedikodu kumkumaları, bak bak bilmem kim buraya gitmiş diye hasetle senin resimlerini başkasına gösteriyor, öteki de ay hiç haberimiz olmadı ayol. Diyerek bu tanımadığın insanların ağzına sakız oluveriyorsun.
“Hayatlar gizli mi olmalı?”
İnan ki ben listemde bu tarz insanları istemiyorum. Konuşacak konu bulamadıkları için benim ne yaptığımı başkalarına anlatarak benim gittiğim yer üzerinden kendine prim yapan, boş işleri ana iş yapmış insanlardan bir fayda göremediğim için istemem. O kadar yazı yazıyorum, onca yazıyı yazabilmek için bir çok kaynak okuyor ve bunları yazıyorum. Bi zahmet okuyuver değil mi? hayır…
Akıllı telefon aklını almaz korkma…
Bu sebeple İnstagramda @hikmetsavatlı ve facebook hesabımda #tabaktahayatvar diyerek sadece yemek paylaşırım. Başkalarının yediklerini değil, kendi yediklerimi paylaşır ve ondan duyduğum hazzı yazarım. Yemeklerin tarifini eğer ben yapmamışsam vermiyorum, çünkü istediğin her tarif internette var. Fransız kuskusunu, mavi kuyruklu karidesle deneyip üzerine Benedict tarzı yumurta ile bir girişim yapacaksam ayrı. Bunun yanında yazı yazdığım dergi ve internet sitelerine gönderdiğim tüm yazılarımı www.hikmetsavatli.com’da toparlıyorum. Hayata dair yazılarımda hikaye de var, gündem de, imkan olursa bunları bir kitap haline getirmek ve yarınlara benden elle tutulur bir anı bırakmak istiyorum.
Yazı yazmayı seviyorum,
Zaman zaman “zavallı yazılar yazmışsın” diyen insanlar çıkmıyor değil lakin ben sırtım sıvazlansın diye yazmadığım için pek umurumda olmuyorlar. Tabi bu noktada Rumi’den bir söz ile yazıyı bitireyim:
“Suskunluğum asaletimdendir, her lafa verecek cevabım var lakin, bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye!”
Hikmet SAVATLI | The Wisdom