
Fazlalıkları atma vakti, malum bahar geldi ve hava mis…
Güneş göz kırpıyor, lakin hava sinsi! İnceden bir rüzgar aldın mı mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır.
Havanın güzelliğini fırsat bilip hayattan bir beş dakika çalarak bir parka gittim. Hani hep görmüşsündür, beton arasından bir çiçek insanlığa meydan okurcasına bir başkaldırı gibi filizlenir ya. Koca koca beton yığınlarının arasındaki küçük parklar da gözüme bir an öyle göründü.
Aklım haylaz çocuk hemen mavi salıncağa koştu, ruhum ova çocuğu tanrının onu sarmaladığı (bana göre köhne) etten paketten sıyrılarak uzunca bir ağaca çıkmış! E ova çocuğuyuz sonuçta, çiçekmiş, ağaçmış, otmuş merakla bakarım.
Hani artık bir şey neydi diye hatırlamayınca arama motoruna yazıyoruz ya… işte onun resimlisini yapmaları artık farz oldu! İsviçreli bilim adamlarını diş fırçasındaki açı hesaplarından kurtularak bu konu üzerinde yoğunlaşmaları konusunda ikna edici sıkı bir mail yazmam gerekiyor galiba.
Bugün parkta işler kesattı. Belki havadan, belki de çocukların ellerinden düşüremediği tablet vari oyuncaklardan kurtulamamış olmalarıydı. Annesi ile gelen küçük bir kız vardı. Ben ağaçlara bakıp bahar havasından nasiplenmeye gayret ederken o da salıncağa koştu. Allahtan iki salıncak vardı, o çocukluğumun aksine sarı renkli olana bindi. Deli kız kaybedeceği bir yarışa girmişti, çünkü çocukluğum gibi hızlı sallanamazdı.
Bu sırada ruhum, parkta kedi kovalayıp, ufak tefek sıyrıklarına aldırmazken beynimi bu evrende ne kadar küçük olduğumuzu düşünürken buldum.
Oturduğum bankın yanında, ruhumdan kaçarken yorulan, şişmanca sarımtırak bir kedi, bahar temizliğini yaparken, üzerinde ben, bizim altımızdaki binlerce canlı, sağda solda hayallerim, arkamdaki ağacın üzerindeki kuşlar, ağaçlar, binalar, bulutlar gök kubbe…
İnsan ne kadar küçük aslında!
Boyutları standarttan uzak olmakla beraber üç aşağı beş yukarı bedenen aynı yaratıklar. Ama o egoları yok mu o egoları! Küçük dağları yaratmaktan öte Alp-Himalaya kıvrım sistemindeki dağları sivilce gibi kılan egoları…
Hani kasaba gidip et aldığında, sinirlerini ayıklatıyorsun ya, keşke insanlara da böyle bir işlem uygulansa. Pamuk gibi olmaları için değil, yıllar boyu edindikleri saçma ego ve diğer katmanlardan arınarak insaniyet paydasında buluşabilmeleri için!
Ego, önyargı, sinir, kıskançlık… At! At! At! Taa ki en şeffaf, en küçük hücreye varıncaya kadar at! Sonunda ışık olunca tüm dünya senin güzelliğini görecektir! Düşünsene milyarlarca insanın bir harmoni ile yaşadığını? Hırslarından arınmış, “insan” olabilerek çevrelerine ışık saçan varlıklardan bahsediyorum. (uzaylılardan değil )
Sen de aklını, hasetliğe değil bilime vermiş olan, kaplumbağa hızı ile de olsa, bilgelik yolunda yürüyecek Adem/Havva oğul ve kızlarından olabilme gayreti içinde olmalısın.
Sana 1840 yılında Paris’te doğan bir adamın sözlerini aktarayım. Rodin’e sorarlar:
-“Bu muhteşem heykelleri nasıl yapıyorsun?” -“Çok basit! Mermerin fazlalıklarını koparıp atıyorum, geriye heykeller kalıyor” demiş…
Yapman gereken bu! Fazlalıklarından kurtul…
Hikmet SAVATLI