
Herkese merhabalar,
İnsanlık, yaratıldığı günden beri hayatta kalabilmek için birçok tehlikeye göğüs gerdi. Muhakkak ki her tehlike onun için bir deneyimdi. İnsan, her daim daha güçlü ve daha akıllı olmak için evrildi; deneyimleri ile kendini yoğurarak günümüze kadar geldi. Kendini gerçekleştirme yolculuğunda piramidin basamaklarını adım adım çıktı. Maslow’un ihtiyaçlar piramidine baktığımızda beslenme insanın gereksinimlerinin ilk sırasındadır.
İlk insanlar ne yiyordu?
Avcılık ve toplayıcılık olarak adlandırılan evrede insan; av etleri, balık, bitki kökleri ve meyveler ile besleniyordu. Mevsimsel şartlara göre göç ederek yiyebilecekleri ne varsa yiyorlardı. Hindistan cevizi ve su kabağının insanlığın ilk mutfak gereçleri olduğuna inanmak günümüz şartlarında çok zor. Zamanla yerleşik düzene geçen insanlar, hayvansal gıdaları otlar ile birleştirerek kendilerine göre dengeli beslenme zincirini oluşturmuşlardır. Sonraları üzümden şarap, zeytinden yağ üretmeyi öğrenerek o günden bu güne çok yol kat etmişlerdir. Yemek bir ihtiyaç olmanın ötesine geçmiş; bazıları için bir tutkuya dönüşmüştür.
“Gurme” ne demektir?
Fransız kökenli bir kelimedir. Gourmet, lezzeti keşfetmiş, damak tadına sahip kişi anlamında kullanıldığı gibi “yemesini bilen” anlamında da kullanılmaktadır. Tarihte ilk gurme, zehirlenmekten çok korktuğu için Versailles sarayının mutfağına giren, Fransa Kralı XVI Louis’dir. Kralın mutfakta olması, mutfak çalışanlarının işlerini daha titizlikle yapmasına neden olmuş; ülke genelinde artan rekabet Fransız mutfağının zenginleşmesini sağlamıştır.
Herkesin gurme olamadığı 18. yüzyıldan, herkesin kendini gurme ilan ettiği 21. yüzyıla geldiğimizde işler çok değişiyor. Günümüzde, yemeyi seven, boğazına düşkün herkes kendini gurme addeder oldu. Çöpçü balığı gibi her bulduğunu yiyen olsa olsa obur yani gourmand olabilir. Gurmelik bir kültür meselesi olup; araştırma, kendini geliştirme, farklılıklara açıklık, deneyim gibi önemli gereklilikler taşır.
Biraz kendimden bahsedeyim…
Yemek benim için her zaman bir tutku olmuştur. 1994 senesinden beri amatörce yemek resimleri çekmekteyim. Ayırmaksızın, yerel ve salaş lezzet duraklarını deneyimlemeyi de; şık ve etkileyici Michelin yıldızlı restoranları da sevmekteyim. Kökleri 1248’e dayanan ve 1950’de dünya çapındaki gurmelerin yeniden kurduğu gastronomi derneği olan Chaine des Rotisseurs üyesiyim. Gastronomi merakım, gerek Türkiye’de gerek dünyada birçok yere gitmeme sebep oldu. 2016’da eşim Ayşın ile GastroTravel adında Amerika’da kurduğumuz şirket sayesinde yemek yemeği bir tutku haline getirmiş, dünyanın çeşitli yerlerinde değişik lezzetleri tatmak isteyenlere hizmet vermeye başladık.
Bu sayı ile başladığım A Plus maceramızda, sizlere bu seyahatlerden sıkça bahsedeceğim. Yazılarımda, sizlerle ülkemizin ve dünyanın çeşitli şehirlerinde dolanacağız. Uzakdoğu’da ufak bir kayığın içinde yüzen pazarda tropik bir meyveyi koklayacak; Hint yemeklerinin bizim mutfağımıza benzerliğini tartışacak; Kahire arka sokaklarında deve ciğeri arayacağız. İtalya’da pizzadan, Fransa’da şaraptan, Portekiz’de deniz ürünlerinden bahsedeceğiz. Sınırlar ile bölünerek birbirinden ayrılan komşu ülkelerin mutfak kültürü bakımından birbirlerine ne kadar benzediklerini birlikte göreceğiz. Amerika’nın kuzeyine ve güneyine, oradan Japonya’ya gidecek ve en sonunda dünya vatandaşı olacağız.
Dünya vatandaşı olabilmek ve dünyanın tadına varabilmek için sizlerden birkaç isteğim olacak. Öncelikle, kulaktan dolma, batıl inançlarınızı bir tarafa bırakmalısınız. Yemeklere önyargı ile yaklaşmayıp; hiç kimseyi yediği yiyecek yüzünden eleştirmemelisiniz. Dünyanın diğer yarısında, yarasadan yılana, fareden larvaya kadar her şeyi besin maddesi olarak algılayan insanların olduğunu unutmamalısınız.
Önümüzdeki sayı Adana’nın Sokak gastronomisinden bahsedeceğim. Sokakta yediğiniz simit ve ayranın, havyar ve şampanyadan aldığınız keyif kadar mutluluk verdiği günler dilerim.
Tabakta hayat var, gelin tadına birlikte bakalım…
Sevgiler,
Hikmet SAVATLI