
Gündem yoğun, lakin bu yoğunluk ne kadar hayra alamettir bilinmez tatil ve özellikle yemek fotoğraflarını özler oldum. Sosyal medyayı açıyorum; kan, dehşet, intikam, aradan mübarek Cuma’cılar. Televizyonu açıyorum o bunla görüşecek, bu bunla görüşecek, şurada bomba patladı, bu gün bu kadar insan öldü, aradan Fenerbahçe’nin yeni transferi.
Zaman zaman insanın kaçası gidesi geliyor. Buralardan uzaklaşayım da başımı dinleyeyim diyorsa da Sende başını alıp gitme ne olur! Aslında doğru söylüyor Zeki Müren…
Tabi buradaki özlemin bu konu bakımından insanlık ve medeniyet olduğunu hemen belirteyim. Toplum olarak açlığımızı farklı duygular ile bastırmaya olan gayretimiz bizi bu kavramlardan uzaklaştırmış. Uzaklaştıkça cehaletimizin karanlığında korkak, mutsuz ve kindar insanlara dönüşmüşüz. Bu karanlık öyle hoş gelmiş olmalı ki kaçmak isteyeni bile bacağından kolundan tutup yanımıza çekmişiz.
Nasıl mı?
Okumuş olduğun okulda muhakkak yabancı dil dersi vardı. Özel okula gittiysen hazırlık sınıfı okuduysan ne demek istediğimi daha yakından anlayabilirsin. Ben ilkokuldan beri okuduğum okullarda İngilizce dersleri almış biri olarak, en ufak bir aksan koyma gayretine girdiğinde etrafında gülüşmelerin olacağını biliyorum.
İlkokuldaki bu gülüşme sahibi çocuklar toplumda söz sahibi olduğunda, bu gülüşmeler, mahalle baskısı adı altında işleyen çelik bir kemente dönüşecek. Seni yakalayarak kendi karanlıklarına çekecekler ve domuz bağı ile bağlayarak kulağına kendi doğrularını üç kere fısıldayacaklar! Başka bir yerden okumanı, kendi kendine öğrenmeni engelleyerek kulaktan dolma safsatalarını beyninin kıvrımlarına üfleyecekler.
Senin adın cehalet, senin adın cehalet, senin adın cehalet!
Aklının yellerinde cehalet karanlığı esen büyüme çağındaki bir gencin yapamayacağı hiç bir şey yoktur. Sınırlı sonsuzluğunda debelenen bu gençlerin gözleri cehalet karanlığında kör edilmiş, kulakları safsata ile tıkanmış olacak ki, ısı görmüş mısır tanesi gibi bir yerlerde patlamış mısıra dönüşüyorlar.
Bu tarz insanlara ruh emici demek lazım aslında, o gencecik çocukların ruhlarını bedenlerinden alıp içlerine kendi çarpık ruhlarını koyuyorlar. Göz kırpmadan bir hayatı kendi emelleri doğrultusunda silikleştiriyorlar.
Sence amaç ne olabilir?
Kesik başların üzerindeki kanlı bir taht için mi? Tabi ki de hayır! Hepsi tek bir kişinin, Miami Beach’de kocaman malikanesinde, havuzun başında Mojito içebilmesi için…
Ben de başımı alıp gitsem ne olur?
Bunlar da benimle gelir, bir Mojito söylerim aklıma bu şema gelir. Kuyu kazan bir çocuk görüp cahilliğin “kuyusunu kazma” isteğim depreşir. Birbirini tanımayan iki çocuğun beraberce, kahkahalar içinde oynadığını görünce insanlığa dair içimde bir umut yeşerir. Dalga sesleri içerisinde gözlerimi kapattığımda, güneşin yaktığı tenimin hararetini alan rüzgarda bulurum ben hayatı.
Sen de orada ara, bak iyi gelecektir…
Hikmet SAVATLI | The Wisdom