Mavi ya da Kırmızı hap

Hikmet Savatlı - 13 Ağustos 2015

Fahiş(e)

Hikmet Savatlı - 13 Ağustos 2015

Med Cezir

Hikmet Savatlı - 13 Ağustos 2015

Geçen gün sevgilim ile birlikte birlikteliğimizin 10.yılını kutlamak için sakız adasına gittik.

Ege kıyılarında olmanın güzelliği bu, her türlü bulunduğun yerin karşısında bir Yunan adası var ve sen en fazla 1 saat 30 dakika sonra istediğin adaya gidebilmiş olursun. Şimdi Yunanistan’ın 3 bin 54 tane adası olmasına karşılık sadece 87 tanesinin üzerinde hayat var. Ben bunların yedisine gitmişim. Gide gele de az buçuk yunan olmuşum.

Ada dedin mi aklına insanın deniz mahsulleri geliyor değil mi? Birbirinden güzel ve leziz ahtapotlar, kardeşler, kalamarlar, balıklar…

Aslında feci bir mutfağın seni beklediğini söylemeliyim. Şimdi sen itiraz edebilirsin, yok kahve bizim, döner bizim, sarma bizim! Seni anlamakta güçlük çekeceğimi bilmelisin.
Öncelikle, bizim olsa ne olur? Yunanın olsa ne olur?
olur mu öyle dediğini duyar gibiyim, sanırım iki devlet arasında kriz bile çıkacak sanırım.

Şimdi seni efkar basacak ve kendini bir meyhane kapısında bulacaksın, içeri gireceksin, gelen garsona masayı donatmasını söyleyeceksin. Denize kıyısı olan (mersin) ya da denize kıyısı yokmuş gibi davranan (adana) şehirlerde olduğunu farz edeceğiz. Efkar var rakı gelsin diyeceksin, tek başına içilmez o meret bi ufak söyle ikimiz kırışalım. Ben cacık gelsin diyeceğim, akabinde domates soğan bir salata, peynir de isteriz ha? Rakı ile iyi gider, köfte de söyleriz ahtapot da, eh üzerine de bir iki de meze söyler zevk ile “şerefe” kaldırırız kadehleri. Gecenin sonunda evin yolunu aydınlatması açısından birer türk kahvesi ile sallana sallana loş ışıklı sokakta kol kola kayboluruz.

Bu sırada suyun öteki tarafında Yorgo’yu da efkar basmış o da kendini bir tavernanın önünde bulmuştur. Gelen garsona masayı donatmasını söyleyecektir. Efkar var uzo gelsin diyecek, tek başına içilmez bu diyecek ve yazar bir arkadaşını çağıracak. O cacıki söyleyecek, akabinde domates soğan bir salata söyleyeceğiz, belki üzerine azıcık peynir de koydururuz. Köftedes söyleriz ya da ahtapot, sonra bir iki meze daha söyler zevk ile “hayata” kaldırırız kadehlerimizi. Gecenin sonunda eve giden yolun aydınlatılması konusunda yunan kahvesinden büyük bir destek alır, loş ışıklı sokakta kol kola kayboluruz…

Türkler – Yunanlar kedi köpek gibi saf tutturuldular yıllarca! Oysa bizler aynı rengin farklı tonlarıyız. Biz gelmişiz, onlar gelmiş, med ve cezir arasında yarattığımız ortak kültür genetiğimize işlemiş. El hareketleri, mimikler, cami – kilise kısımlarını görmez, konuşulan dile kulak kapatırsan sen de göreceksin ki bu insanlar ile aynıyız.

Aynıyız demesine dedim de, farklılaştığımız noktalardan da bahsedeyim biraz. Yunan adalarında halk plajlarına gidersen, oraya mangalı ile gelen bir bıyıklı ya da halısı ile pikniğe gelip orada halıya basılmasın diyerek eş dost ve akrabasına ayakkabı çıkarttırıp daha sonra da onu süpüren bir teyze göremezsin.

Lokantalarda amaç seni kazıklamak değil, yemek istediğin ürünü afiyet ile yiyerek oradan kalkmandır. Aynı sınıf bir lokantada Türkiye’de ekmek konan tabak büyüklüğünde üç kaşık cacığa kuver adı altında 10 – 15 lira yazılırken, Yunanistan’da yemek tabağı gibi bir tabağa doyumluk olarak konuluyor ve fiyat olarak yine buradan az. Nasıl oluyorsa biz her bir sebzenin donmuşunu yerken Yunanistan her şeyin tazesini bulabiliyor.

Biz kendimizi misafirperver olarak her yerde anlatıyoruz. Türk misafirperverliği şöyle güzel, böyle iyi derken sokaktan geçen adama selam bile vermediğimizi nedense görmez duymaz ve bilmeyiz. Eskiden Adana’da (benim çocukluğumda) yemekten sonra masaya gelen meyve garson tarafından efenm müessesenin ikramı diyerek getirilir, daha sonrada yine çay kahve ne alırsınız diye sorulurdu. Bu arada gelen meyve öyle çarık çürük değil tap taze olurdu. Daha sonraları ne olduysa, ikramlar bitti…

Şimdilerde bi çay ya da kahve yanında gelen kurabiyeyi (sosyetikcesi kuki, gurabiye diyen öküz de var) ikramdan sayıp sevinirken masaya konan en küçük suyun adisyonda bir büyük su kadar yer tuttuğundan haberin olmuyor. Yunanistan’ın en dandik yerinde bile, bir lokantaya gittiğinde masaya gelen ilk su, yemekten sonraki meyve, ya da kahve müessesenin ikramıdır efenm…

Baklavayı orada ye, kahveyi orada iç, aynı deniz aynı balık ama onlardaki yeminle daha güzel… bir fırınları var, bizim baklava börek ve fırın dükkanlarını birleştir üzerine de iyi bir pastane koy. Aynı tatlar hep orada daha güzel.

Soru: boynuz kulağı ne ara geçti?

Hayır, iki devletin çocukluğuna inmeyeceğim ama zaman zaman tüm ortak değerlerimiz gibi insanlığı da onlardan çaldığımızı ve sonrasında elimize yüzümüze bulaştırdığımızı düşünüyorum…

Hikmet SAVATLI | The Wisdom