Olta

Hikmet Savatlı - 17 Şubat 2015

Sağlık için narenciye için…

Hikmet Savatlı - 17 Şubat 2015

Namrun

Hikmet Savatlı - 17 Şubat 2015

Dayanılması güç tatlar ve onların yaydığı enfes kokular vardır.

Çamlıyayla’nın sabah saatinde Çayırekinliğinin küçük çarşısında pide sırasında aldığım kokular enfestir. Zaman zaman bu anlarımı hatırlayıp kokularla mutlu olmayı denerim. Bir an olsun hayat koşuşturmasından kafamı bir iki dakika kaldırarak tebessüm etmemi sağlar bu.
Gelin sizi de götüreyim oralara…
Adanalıların genelde Bürücek yaylasına gittiği doğru ama Çamlıyayla (Namrun) klimatolojisi ile dünyanın sayılı yaylalarındandır. Kendimi bildim bileli ikisine de giderim. İkisinin de yeri ayrıdır bende.
Sabah erken kalkacaksın bir kere. Şehrin kokuşmuş havasını temizlemek, o mis gibi çam ve doğa kokusunu vücudunun en derin hücrelerine yedire yedire çekeceksin içine. Sabah sporu kıvamında, bilenler için söylüyorum Çayırekinliği kuran kursunun oradan çarşıya (küçük çarşı), arka yoldan, 15 -20 dakikalık bir yürüyüş yaparım.
Çocukken tüm arastayı gezer hepsinin ekmek siparişini toplar kuzenlerle peş peşe macera üstüne hayali macera ile giderdik. Zaten günde üç vakit gidiyorduk. Herkes akraba olunca, e bide en küçüklerden olunca ne siparişler biterdi ne maceralar. Allahtan biz büyüdük de bayrağı küçüklere devrettik.
O zamandan beri şartlı refleks gibi toplamda beş ekmek alınacaksa otomatik olarak altı ekmek alıyorum. Neden? Hala bilmiyorum… Sarmaşıkların sardığı, gelin duvaklarının açtığı, dibinde kokulu güllerin olduğu iki, üç katlı, yarısı tahta yarısı taş, bir kısmı tarihi çoğu yeni, evlerin bahçelerine baka baka gidersin. Hava yaz olmasına karşın hafif ısırır seni, üzerinde mutlaka bir yelek vardır. Zaten yelek bizim gibi yayla severlerin ana sponsorudur. Babaanne, anane örmesi, sıradan, bir giyisi.
Sırada beklerken fırıncı ile göz teması kurmak önemli, zaten iki üç gün gidince o seni, sen onu biliyorsun. Farklı bir hava var orada, şehirdeki fırında bulamayacağın, kokusu bile başka. Tekneden hamur alırken, unu üzerine atarken onu fırına verirken, o küreğin çıkardığı ses, odun fırınından gelen o çıtırtılar. Az sonra başlayacak, sade ama leziz bir festivalin habercisi o harika koku…
Ekmeği öylesine bir gazete sayfasının içine koyup sana uzatırlar. Elinde eğer ekmek torbası yoksa elin yanar tutamazsın, öyle sıcak. Elin yana yana koparmaya çalışırsın bir parça. Koparmak ne kelime ancak bir yarık açabilmişsindir. Nasıl bir dumandır o sanırsın ada vapuru…
Of of of diye, arada bir elini üfleyerek zar zor kopardığın o parça en kral yemekten leziz oluverir bir anda…
Öyle güzel gelir ki… Hemen yandaki Duran’ın bakkalına geçersin. İlla ki evinde vardır bir tulum peyniri. Ama bakkaldan aldığın bir çinke peyniri o ekmeğin içine koyarsın. O sıcaklığı ile o peynir hafif kendini bırakır mı? Aman aman…
Öğlen yada akşam illaki birinin mangalı yanacaktır, kasap kedisi misali mır mır etlere bakarak ana yola doğru yürürken oradaki pazarımsı haymalara baka baka çıkarsın ana yola. Göz hakkı iki üç üzüm tanesi sıkıştırırsın ekmeğin içine. Pide, üzüm, tulum üçlüsü ananemin çocukluğundan kalma bir tat…
Gelen geçen araçlara el etsen otostop hala kullanılır bir ulaşım biçimidir Namrunda. Eve geldiğinde hava yaz standartlarına inat 22 derece civarındadır. Arılar, seninle birlikte kahvaltı eder. Hani son yıllarda her bir şeyin organiği makbul ya, orada zaten her şey doğal.
Al gazetelerini üç aşağı beş yukarı her evin bahçesinde gölge bir köşede kötü de olsa bir hamak ve üzerinde ince bir örtü vardır. Tembellik ata sporumuz ya, yan tarafta bir yerlere bağlı bir ip ile kendi kendini sallarsın gazete başlıklarını okurken. Temiz havadan mı, sessizlikten mi için geçer uyku üstüne hamakta en güzel kestirmelerinden birini yaparak dinç kalkarsın.
Tabi bu noktada, gezilecek görülecek yerlerden de bahsetmemek olmaz. Atdağ’da ki lokanta basit ama enfes lezzetler sunar. Klasik tavuğun yanı sıra, zaman zaman mevsimine göre pirzola ve sucuk tavsiyemdir. Kışın odun sobalarının gürül gürül yandığı sobaların yandığı kartal yuvası gibi salonlarda hafif is kokusu, farklı lezzetlerle, kahkahalarla, rakı ile şenlenir sofralar. Sanırım Ercan ve Bayram ben kendimi bildim bileli oradadırlar. Toros dağlarında yemyeşil bir vadi size yoktan var ettiği lezzetleri bereketi ile sunarken yazın serinlikte açık havada oturmanı tavsiye ederim.
Bunun yanı sıra, karasu şelalesi yazın sıcağında ter atabileceğin, filmlerde gördüğün kimsesiz adadaki şelalelerden biridir. Aklına Karayip Korsanları filmindeki sahnelerden biri geliyorsa doğru yoldayım demeliyim. Mutlaka yanında bir mayo bulundur. Orada serinledikten sonra istersen göl manzarasının nefis renkleri ile birlikte etraftaki gözlemecilerden, alabalıkcılardan tavukçulardan değişik lezzetlerin keşfine, istersen doğa yürüyüşünün keyfine bakabilirisin. Papazın bahçesine gidersen alabalık avlama şansın olabilir. Namrun güzelliklerini senden esirgemezse Fotoğrafçılık merakın için yabani dağ keçisi, kartal ve yabandomuzlarının doğal yaşam yeridir. Umarım doğa sana cömert davranacaktır
Namrun kalesi 1045 yılından beri çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yaptığından, gönlüne göre istediğin asker ile hayallerinde düello edebilsin. Yerleşimin halen en yüksek yerinde olduğundan fotoğraf makinanı almayı unutma. Yeşilin her tonunu, bulutsuz bir havada deniz dahil gördüğün tek yer olacaktır
Yoldan geçerken köylüler kendi bahçelerinde yetiştirdikleri ürünleri, yumurtaları, meyveleri vs. şeyleri satarlar. Denemek serbest ama poşetlerin altına iyi bakın derim
Akşam vakti oldu mu, hummalı bir çalışma alır o sakinliğin yerini. El elden herkes bir yemeğin ucundan tutar. Ben genelde salatayı yaptıktan sonra mangalı yakar, eti dizer ve pişiririm. Mezesine karışmam…
Çamlıyayla merkezde, yaz ve kış açık olan harika bir otel var, geçtiğimiz senelerde gerek dış gerekse içten bir yenileme geçirdiğinden kimseye bağlı olmadan gidip konaklama yapabileceğin bir yer bulunmakta.
Cumartesi günleri kurulan pazarda antikadan, çiçeğe, elbiseden yiyeceğe kadar geniş ölçülerde zevkine göre alım yapabileceğin Pazar yeri, kilit taş ve aslına uygun kalarak yapılmış dükkânları ile kendini İsviçre’nin bir dağ kasabasındaymış gibi hissedebileceğin, değişik kokular duyarak güzelce vakit geçirebildiğin bir yerdir.
Yazı ayrı kışı ayrı güzel ama 30 Ağustos’u bir başkadır…

Hikmet SAVATLI