
*وسمانلى سوسيال مدياسي
Bana göre sosyal medyanın iki tip kullanıcısı var. Benim de içinde bulunduğum dünyaya farklı bir göz ile bakan insanların olduğu grup bir. Bu grup içinde yaratıcı dürtülerin bulunduğu, bakmak ve görmek arasındaki farkı bilerek resim çeken, yazı yazan kişilerden oluşur. Yaratıcılıklarını ufak bir resim karesinden anlayabileceğin gibi yazılarını okuduğunda kafanda bir şeylerin canlanması olasıdır. İkinci grup ise daha çok “bi arkadaşa bakıp çıkacağım” havasında olan, zaman zaman kendinden bir şey koymasına rağmen genelde başkalarının resim, yazı ve özlü sözlerini paylaşan kişilerdir.
Bu noktada ikinci grubun Cuma günleri, kandil ve bayramlardaki aktifliği seni şaşırtmasın. Ortaya hali hazırda bulunan bir bildirimin sadece yerini değiştirip ondan nemalanan kişilerdir. Kimseyi yargılamıyorum insan istediğini yapmakta özgür. İlla ruhunda bir parıltı olacak ve onu paylaşacak değilsin. Nice güzel insanlar var ruhları parıl parıl ama kendilerini ortaya koymayı sevmezler.
Günümüz şartlarında bir restorana gidip yemek yemeye başlamamız yemeğin gelmesinden sonra on bilemedin on beş dakikayı alıyor. Bunun sebebi, önce “sosyalleşme” çabalarıdır. Şununla birlikte şuradayım, çat bu da bunun resmi! Ahanda bunu yiyorum! Şunu içiyorum. Kaldı ki ben işin daha çok şunu yiyor içiyor kısmındayım. Ayrıca daha önce bırakılmış notların çok yardımcı olduğunu da söyleyebilirim.
Bak gel enteresan bir şey düşünelim, Osmanlının caf caf’lı zamanlarına gidelim ve sosyal medyanın o günlerde bu günkü gibi yaygın olduğunu düşünelim. Telefon var, internet var, tablet var ama geri kalan bildiğin aynı sistem. At sırtında Viyana kapılarına dayanmak hala “in” diyelim.
Tüm şartlar oluşmuş, Facebook, Twitter, Swarm ve daha günümüzde kullanılan tüm sosyal medya organlarının kullanımını kendisine vergi ödenmesi halinde kabul buyurup ferman veren devletli padişahım Kanuni Sultan Süleyman elindeki tablette Google Erath’ü açarak Viyana’ya sanal keşif düzenlemektedir.
Vezirlerine dönerek bu sefer kâfirin böğrüne İslamiyet’in kılıcını saplayacak, Avrupa’nın kilidini açacağız diyordu. Vezirlerin cep telefonları sessizdeydi, maazallah titreşimli telefonlar ilk çıktığında titreşim sesinden rahatsız olan padişah, damat İbrahim paşayı boğdurmuştu.
Divan-ı Hümayunda çıt çıkmazken, padişahın cep telefonuna bir ileti gelir! Has odabaşı koşarak telefonunu padişaha getirir. Tuş kilidini kaydıran padişah telefonunda Belgrad Valisi Zülfikar Han ve Kardeşi Ahmed Bey’in kelleleri önünde kendini resimleten İran şahı Tahmasb’ın resmini görünce çılgına gönder!
Vezirlerine divanı kapattığını Viyana işini askıya almalarını, orduyu batı yerine doğuya sürmesi için hazırlıkların yapılmasını buyurur! Vezirler kümesteki tavuklar gibi telaş içerisinde divanı terk ederken ellerinde telefon, ulaşmaları gereken kişilere ulaşma gayretindedirler! Devletli padişahım, Whats’up grubundan evlatları Şehzade; Mustafa, Selim, Bayezid ve Cihangir’e resmi göndererek İran seferine çıkacağını ve hazırlanmalarını isteyen bir mesaj yazdı.
İlk cevap Şehzade Mustafa’dan geldi,
Ordum ve askerim emrinizdedir padişahım. Amasya yüzünüze hasret, gelişiniz kullarınızı onurlandıracaktır…
Ardından Şehzade Bayezid’in mesajı geldi. O, daha çok semboller ile konuşur yazı yazmayı sevmezdi. Bir kılıç, yumruk, şimşek ve kurukafa resmi koymuştu.
Şehzade Cihangir, devletli padişahım bu sefer beni de sefere götürecek misiniz (üzgün surat) diye mesajını üç nokta ile bitirmişti.
Yaklaşık 5 dakika sonra, şehzade Selim de babasına cevap vermişti.
Kıymetli babam, siz ki sultanların sultanı, hakanların başı, krallara taç giydiren, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi ve Atalarımızın fethettiği Akdeniz’in, Karadeniz’in, Rumeli’nin, Anadolu’nun, Karaman’ın Rum Vilayeti’nin, Zülkadriye’nin, Diyarbekir’in, Kürdistan’ın, Azerbaycan’ın, Acem’in, Şam’ın Haleb’in, Mısır’ın, Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün, Arap Ülkelerinin ve Yemen’in ve de ateş saçan mızrağınızın ve zafer getiren kılıcınızın gücüyle sahip olduğunuz nice ülkelerin sultanı ve padişahı olan Sultan Süleyman Han…
Satırları okumaktan sıkılan kudreti padişah, hemen araya girer! Tamam, lan tamam! Gel şu payitahta otur biz kardeşlerinle bir İran yapıp geleceğiz diye yazar.
Bu sırada Şehzadelerin de kendi Whats’up grubu vardır, Bayezid, selime dil resmi göndererek yalakasın oğlum sen diye sataşır. Mustafa kardeşlerim bu hevesinizi düşmana saklayın diyerek arayı bulmaya çalışsa da, Selim çoktan ekranın resmini çekerek babasına göndermiştir.
O esnada padişahın telefonu çalar, çocuklara sinirlenmiştir! Arayan Hürrem’dir. Telefonu has odabaşına atar, padişahım yok de yoksa kelleni alırım der! Has odabaşı çaresizlikle sultanım hünkârımız yok dese de, kapıdan destuuuur! Hürrem sultan sesi duyulur. Kanuni hemen kaş göz işareti yaparak uyuyor de diyerek has odabaşını kapıya gönderir.
Süleyman check’inini gördüm hala divandasın aç kapıyı diye mesaj atsa da hünkâr onunla görüşmek istemez. Bu sırada Tahmasb check inleri ile Bağdat’ın sahibi olduğunu tüm dünyaya duyurup, durum güncellemesini “Bağdat’ın yeni sahibi” olarak değiştirip, Babil’in asma bahçelerinde resimler çekildikten sonra altına Çatla Lan Sülo yazıp devletli padişahımın sigortalarını hepten attırmıştı!
Dayanamadı yüce padişah, Tahmasb’ın albümüne yorum yazdı! “ulan geliyorum oraya, tez geldiğin yere geri dön yoksa Dicle Nehrinde boğarım seni” yazdı. Öfkesi dinmiyordu, vezir grubuna hadi bu hazırlıklar neden bitmiyor yazıp birkaç ünlem koyarak kuru kafa resmileri döşendi. O sırada yorumunun altına görüntülü yorum yazmıştı Tahmasb. Dicle Nehrine atı ile girmiş, oooh! Dicle’de su miss haydi lan Süülo… Diye yazmıştı.
Bu sırada facebookta, fransa, germen ve bilimum krallar papa dahil olmak üzere Tahmasb’ın resimlerini paylaşıyorlar devletli padişahımın canını sıkıyorlardı. Dayanamazdı böyle hallere, yeniçeri ağalarını tek tek tag ederek kelle isteyen beğensin, sefer diyenler yorumumu paylaşsın diyerek yazdı.
Çıkardı telefonunu vezir ve Şehzadelerine tek satırda toplu bir mesaj geçti! Ben Bağdat’ı almaya gidiyorum, beni seven arkamdan gelsin! Telefonu sinirle yatağının üzerine attı, sarayının balkonuna çıktı ve boğazı izlemeye başladı, o sırada telefonuna kısa bir mesaj gelmişti. Dayanamadı, acaba kafir yine ona sataşacak bi şey mi göndermişti, telefonu eline aldığında Hürrem has bahçede gül koklarken çekilmiş bir resmini ona kısa mesaj atmıştı…
Hikaye burada uzayacak gibi görünüyor gel gelelim telefon, internet sosyal medya olmasa gerçek hayatta kafadan 8 ay sürecek bir olay şurada yarım saat içinde cereyan etti.
Eskiden her şey daha mı güzelmiş sanki?
Bir kağıda kalbini dökmek, onu ruhunu içine iliştirdiğin bir zarfın içine koyarak birine göndermek ve o mektubun geriye gelişine aylar olduğunu bilerek cevabın gelişini kendinden yiyerek beklemek…
İki sevgilinin satırlar arasında gözlerden uzak yaptığı romantik danslara şahit olmak değişik. Tavsiye ederim, Hürrem ve kanuninin mektuplaşmalarını. Bulursanız bir yerlerden okuyun.
Peki, sen hangi gruptansın?
Hikmet SAVATLI | The Wisdom