
Pembe bulutların üzerinde bir dünya kurmak nasip oldu bana. Çocukluğumda başlayıp yıllarca süregelen rüyalarımın ilk zamanlarında melek zannettiğim; sonraları hayaline âşık olduğum, tanrıdan tüm dualarımda gelmesini dilediğim sen çıka geldin. Aslında inanması güç bir durumdu şimdi bu noktada kaçınızın rüyası gerçek oldu?
Bir deja vu’dan bahsetmiyorum.
Rüyalarında gör, beğen, âşık ol tam yakalayacakken bembeyaz bir tavşana dönüşsün, koşa koşa güneşin battığı tepeye doğru koşsun, sen arkasından topukla. Tam tepeye çıktığında arkasında, batmakta olan portakal gibi turuncu güneş ve pembenin bin tonu olsun. Kaybolmadan önce dönüp sana bir bakış atsın ve ponpon kuyruğunu sallayarak gözlerden kaybolsun!
Gel zaman git zaman, Akmerkez’de kaderin bizi birbirimize ittiği gün geldi. Sanki o gün koskoca AVM’de bir sen vardın bir ben. Oturduğun kafenin bar sandalyesinde gökten inmiş bir melek gibiydin. O kadar heyecanlanmıştım ki arkanı döndüğünde kanatların var mı diye iyice bakmıştım.
Her ne kadar yeni tanıştırılmış olsak da ben seni rüyalarımdan tanıyordum. Rüyalarıma giren meleğin de, benden kaçan o beyaz tavşanın da sen olduğunu hemen anladım. Rüyalarım gerçek olmuş, dualarımda yalvarışlarımın cevabı tanrı tarafından benim önüme çıkartılmıştı. Ruhum incecik bebek bileğine aşkla bağladığım uçan bir balon olmuştu adeta.
Sen hala benim bıyıklarıma vurulduğunu inkâr etsen de gözlerinde o gün gördüğüm parıltıyı hala görüyorum. Dualarım o parıltı içinde sonsuz olmaktı ve öyle de oldu. Şimdi oğlumuzda görüyorum o aynı parıltıyı, senin gibi gülüyor her ne kadar bana benzediğini söyleseler de ben, sana benzetiyorum.
Birçok şey öğrendik birbirimizden, hayat içerisindeki birlikteliğimizden, yaşadıklarımızdan dersleri beraber çıkardık. Karanlıkta kaldığımda gözlerinin parıltısı yoluma ışık kalbindeki aşkın büyüklüğü bana yoldaş oldu. Senin sevgin ile ısındım sensiz geçen ayazlı gecelerde. Ruhunun güzelliği yüzüne yansıyan sevgilim, sen benim şansımsın…
Bu gün sevgilimi yazmak istedim, yıllardır beraberiz ve her buluşmamızdaki hissiyatım hep bu şekilde oluyor. Tabi artık uçan balon oldum, kendimi bileğine bağladım kısmından koala gibi yapıştım bırakmam evresine geçtik (ki bu daha güzel bir evre ve yine ayaklarımız yerden kesik). Ardıma baktığımda ben biraz sevgilime benzemişim o da bana benzemiş. Hayatın içinde kendi çizgimizi kendi rengimizle çekip gidiyoruz.
Hayat hep böyle pembe mi?
O sana kalmış biraz, sevgilinle elinize bir kartela alıp dilediğiniz rengi kendinize seçersiniz. Burada önemli olan benim rengim budur sen de bu renkte bakacaksın hayata dediğin anda işler ve renkler karışır. Ruhunuzdaki renkleri kaynaştırıp çıkan renge göre Feng Shui yapar ve o inançta yaşayabilirsiniz. Sen sarı o kırmızı ise birlikte turuncu olmayı bileceksiniz yani…
Sana iki ruhun hikayesini anlattım, birbirleri ile canlıların dünyasında tanışarak kendi dünyalarını kurmuş ve orada sonsuza dek mutlu yaşadılar savında imza günlerine giden. Kendi renklerimizi karıştırdık, kendi dünyamızda ayaklarımızı toprağa sapladık. Köklerimizi derinlere giderken, bedenlerimizin ötesinde ruhlarımız birbirlerine sarıldı. Birbirinden farklı yapı ve ritimlerdeki kalplerimiz birleşerek “biz” oldu. Şimdi büyüyoruz, dallanıp budaklanıp gökyüzüne doğru yükseliyoruz. Tanrının bize yarattığı bu evrende birbirimizle bütün olmuş hayatın içerisinde çocuklarımızın güvenle oynayacağı bir dünya yaratmak için uğraşıyoruz.
Sevda çeşitlerine aldırma sen, toplumsal mantalitesi; evelallah küllerinden yeniden doğmaktır, lakin kül dediğin uçar gider ve sen savaşın içerisinde kalan bir çocuk misali ruhuna edilecek tecavüzlerden kaçamazsın.
Benden tavsiye, hayatının insanını bulduğuna inandığın gün (ki platonik olmasın bi zahmet, onca saçma sapan üçüncü sayfa haberinin arasında, o kadar çok seviyordum bi ki şarjör kurşun döktüm demeden) o sana sarılsın sen ona sarıl. Numaraları, oyunları, kaprisleri ve bilimum aşk parazitini bir kenara bırak.
Ben koala gibi sarıldım sevgilime, sen de kendi tarzında bir şeyler yaparsın artık…
Hikmet SAVATLI | The Wisdom