
Biz ne ara kötü olduk?
Trajik bir şekilde yaşanan uçak kazasından sonra sorulan soru bu; “biz ne ara kötü olduk”?
Hadi gece ve gündüz gibi yaklaşıp döngüyü tamamlamaya, belki de biraz şeytanın avukatlığını yapmaya çalışalım. Biz iyi miydik?
Evet, doğru okuyorsunuz! İyi miydik biz? İsviçre’de yaşamıyorduk hiçbirimiz ama küçük şeylerle mutlu olmayı bilen bir toplumduk (ya da öyle sanıyorduk) “neşeli günler” filmi gibi filmler toplumumuzun resmini çekerken bizlere alttan alta hayat acımasız olabilir, dertler sırtını kambur edercesine, sizi yerin dibine sokarcasına baskı ile gelebilir ama sen Kazım Usta hiç kimsenin senin ve ailenin mutluluğuna mani olmasına izin vermezdin değil mi?
Rahmetli Münir Özkul, benim jenerasyonum için Mahmut Hoca karakteridir. Yaşadığımız hayatlarda biraz bir iyilik gördüğümüz öğretmenlere içten içe bu samimiyet ile sığınırdık. Zaman içinde sinema merakım arttı ve bir çok filmini izledim (keşke tiyatro yaptığı zamanlara yetişebilseymişim) ve orada gördüm ki ekseriyetle doğrunun kılıcı her daim Özkul’a verilmiş. O da her zaman “ben, bilmem kim! beni veya şunları ezemezsiniz, ezdirmem” gibisinden “kötü” olan karaktere yüklenmiş.
Tabi Hollywood’un katar olduğu sinema dünyasında kötüler her daim “iman’a” gelmek ve kaybetmek durumundaydı ve öyle oldu. Tabi hayatı televizyondan takip edemezsiniz, senarist ve yapımcı toplumun filmini çekerken gerçekleri sosyal ve ütopik normlara göre montajlar.
Türk insanı iyi midir?
Bir genelleme yapılamaz her toplumda iyi, kötü ve çirkinler vardır.
Sokaktaki kediye tekme atar mı?
Durduk yere araba çizer mi?
Oturduğunuz yerde sizi kazıklamaya çalışır mı?
Herhangi bir sırada önünüze geçer mi?
Arabadan sopa ile iner mi?
Yapar mı? Eder mi? Gazete alışkanlığınız varsa ikinci ve üçüncü sayfa haberlerin hepsi gerçektir. Yazdıklarımdan ve düşündüklerimizden fazlası var.
Bana göre toplum olarak üzerimizdeki enerjiyi boşaltacak yer arıyoruz! Bu suretle arkadan korna çalan her kimse arabadan iniyor, iki kolumuzu açıyor ve kurt adama dönüşüyoruz…
Toplumsal enerji boşalmalarındaki en iri çatlak sosyal medya. Neden sosyal medya? Çünkü orada dur durak, mahalle baskısı yok… Zorla kapanması istenen genç, başkasının resmini koyduğu sahte hesabından “doya doya sevişeceğim ulan!” Diye ilan-ı sex ediyor. Mahalledeki baskı yüzünden muhafazakar adımlar ile gidiyor Gülhane Parkına, gidiyor Kordon’a, gidiyor Emek parkına gerisini siz düşünün. Okuyun, araştırın gözlemleyin…
Bunu “namus” meselesi olarak görmüyorum ama biliyorum bu yazıyı blogda yayınladığımda “sen karını, kızını gönder o parklara oros*u çocuğu!” Diye yorum yapacak arkadaş. Kendi bastırılmışlığını benim genellemem üzerinden kadınlaştırıcak, kendi cinsel tatminin yaşayacak ve sonra o parklara gidecek ve cinselliğini yaşamak isteyecek. Kuvvetle muhtemel bu enerji ile oraya gidene kadar kaç kişinin hakkını gasp edecek; icraata giremeyince de yukarıda yazdığım gibi kurtadama dönüşecek. Lakin namus bacak arasında değil beyinde aranacak bir unsurdur, toplum bunun farkında olmadığından ve enerji fazlası olduğundan perdesiz ev ve örtüsüz kadın arasındaki benzerlikten tavşan çıkarmaya çalışıyor.
Halbuki özellikle gençler hayatlarını doyasıya yaşamalı. Yıllarca halka açık yerde öpüşene bile “yuh! aile var aile!” Diye bağıran bu toplumdan çok şey mi bekliyorum? Tabi muhtemelen “aile var” ve “edep yahu” diye bağıran abiler gece olunca; şarkıcı, dansöz, alkol üçgeni içerisinde ölümüne savundukları namus bekçiliği statülerini fuhuş üzerinden hovardaya çevirecekler ama bu bizim konumuz değil!
Toplumun filmini çekmek ile ilgili gözlem yapmaya devam edelim. Rahmetli Kemal Sunal’ın Türk toplumu ve Kemal Sunal bitirme tezinin sonuç kısmında insanların inek şaban karakterini kuzu postlu saf bir kurt olmasından dolayı sevdiğinden, kendine yakın gördüğünden ona benzemeye, eksik yanlarını törpüleyerek, saflığından sıyrılarak tam anlamı ile bir kurt olmak istemelerinden ötürü bu karakter üzerinden senaryoları toplumun huzuru için reddettiğini anlatır. Tabi o “saf” motifleri ustalıkla işlemeyi ihmal etmez…
Memleketin kısa geçmişine şöyle bir bakalım ve hatırlayalım.
Berkin Elvan, öldüğü zaman terörist olduğu dedikoduları ile annesi babası meydanlarda yuhalatıldı. Henüz 15 yaşındaydı ve diyelim ki gezi parkı eylemi protestocusuydu. Bu onu terörist yapar mı? Erken yaşta gelen anlamsızca bir ölüme üzülmek kişiyi terör sempatizanı yapar mı?
Bana göre ölümlerin hepsi acıdır, özellikle beklenmeyen bir şekilde gelen tüm ölümler acıdır. Ateş düştüğü yeri yakarken; Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan gibi gençler için kırılan kalemler istatistiki bilgi almak için sessizce kullanıldı. Bu sırada “satılık kalemler” yazmaya ve onların sosyal medya izdüşümü “satılmış klavyeler” tıkırdamaya başladı. Cahilce kulaktan dolma bilgi ile bilgi kirliliği denizinde denizine cesurca atlayıp ağızlarındaki salyaları günahsız insanların üzerine akıtıyorlardı. Neredeyse vatan haini ilan edileceklerdi, olay gezi parkındaki ağaçları korumaktı değil mi?
Olan ve olmayanı idrak edemeyecek kadar bilgi fukaraları tarafından yaftalanan toplumun düşünürleri, sanatçıları ve aydınları tenekeye konularak “tu ka ka” ilan edildi. Mehmet Ali Alabora sanırım artık Türkiye’de yaşayamıyor, Ahmet Kaya, Nazım Hikmet öldükten sonra bile bu ülke topraklarına gelemiyorlar. İşte öyle hınç, öyle nefret dolu bu toplum. Nazım, vatan şairi mi vatan haini mi bu paradoks okumayana (cahil olana) zor. Körü körüne ona söyleneni, kulaktan duyum ile doldurmaya çalıştığı fındık kadar beynine yazacak. Resmini gördüğü yerde sıkışan gazını küfür ile atacak hatta, kırmızı görmüş boğaya dönüşecek sopa ile kovalayacak vs…
Münevver Karabulut, “o evde ne işi varmış” Özgecan Aslan “o saatte dışarda ne işi varmış” yahu size ne! Öldü onlar öl-dü-rül-dü-ler!
Başka bir olayı hatırlatayım size, Defne Joy Foster. Başka birinin yaşadığı hayat ötekine masal gelir bu toplumda, bu sebepten dedikodu severiz mesela. “Ee anlat, anlat daha ne olmuş” “dur bi kahve yapayım” yakın geliyordur. Etrafınızda görürsünüz onları, belki sizsinizdir! Kim bilir?
Defne Joy benim kuşağım arkadaşlar için radyo ve TV programlarını hep beraber izledik. Ünlü sanatçıların evlerinde gezindik; yanılmıyorsam kanal 6 ve star…
İster kamyon çarpsın, ister aşırı dozdan ölsün, ölüm hoş değildir. Ölen birinin arkasından “su testisi su yolunda kırılır” açıklaması yapan bu ülkenin en tanınmış gazetecilerinden birinin farkında olmadan durum tespitinde baş rol almış olmasıdır, ironi. Kargayı kılavuz almış kişinin burnunun neden çıkmadığını unutmayın. Ölmüş kişinin arkasından havada uçuşan yaftalara mevtanın eşi kalkan olmak zorunda kalarak “çocuğu bunları okuyacak, kendinizden utanmıyorsanız ondan utanın” diye açıklama yaptı. Arı kovanına çomak şokmuşçasına “sen karını başkasının evinden topla” “bu da anası gibi oros*u olur” gibi nahoş yorumlarla uğraştı.
En son Vatan Şaşmaz…
Yazıldı, çizildi, programı yapıldı… Toplum olarak üzerimize vazife olmayan bir şekilde Vatan’ın çocukluğuna indik, vurulma anından, hamile karısına ve iki kişinin özeli olması gereken herşeye burnumuzu soktuk. Bununla da yetinmeyip klavye ile saldık, ulu orta konuştuk; haddimiz olmayarak yargıladık yerdik.
Kendi mutsuzluğunu başkasının mutsuzluğu üzerinden nötrleyerek mutlu olma çabası içinde olan bir toplumuz.
Birinin felaketi diğerinin selameti.
Kötülük ile beslenmiyoruz ama kendi mozaiğimiz içerisinde koyu renkli taşlarımız var. Bu taşlar ana görüntüde iyi görünse de kontrast olarak rengi koyulaştırıyor.
Peki biz kötü müyüz? Sorusunun cevabı bence başka bir soru; biz ne zaman iyiydik ki?
Bir insanın ölümü ile sadece akbabalar tatmin olur. Sekiz arkadaş ister bekarlığa veda partisine gider ister maça ister yemeğe gider. İstedikleri herşeyi yapabilirler ve başlarına ne gelirse gelsin üçüncü kişilere onları eleştirme, yerme ya da sorgulama hakkı vermez. Bu ne yazık ki yaşadığımız toplumun gen haritasındaki bozukluğu ile alakalı.
Ülkenin en tirajlı gazetesinin haberi sekiz kadın, bekarlığa veda partisinden dönerken başlarına ne geldi diye vermesi bana göre bu insanların içindeki o siyah mozaik taşının etkisini artırıp, toplumsal bilinç altındaki “size müstehak!” diyerek iç geçirmesini tetiklemiştir.
Takıldığım nokta “iş adamı” yada “iş kadını” değil cinsiyet üzerinden kelimelerle değil “iş insanı” demek lazım diyen gazetenin bu manşeti atması.
Sekiz erkek bekarlığa veda partisinden dönerken uçakları düşse “erkek” olduklarını belirtmeye gerek duymacakları aşikar. Yaşadığımız bu toplumda “erkeğin elinin kiri, kadının alnının lekesidir”
Keşke insanlar mahalle baskısına maruz kalmadan Özgür olduklarının bilinci ile yaşayabilseler. Elalem ne der psikozu ile yaşamak, sürekli içindekini yaşayamamak bu toplumun mutsuz ve karamsar olmasına neden olmuştur.
Yıllarca eşcinselliği bir hastalık olarak gören insanlar bugün üçüncü tür’e alışmaya çalışıyor LGBTİ’nin diğer insanlara nazaran daha özgür olduğunu düşünüyorum. Hiç bir zaman, hiç bir yaşımda kimseyi cinsel tercihi konusunda eleştirmemiş biri olarak özgürce yaptıkları tercih ve onun gereksinimlerini yaşadıklarından dolayı onlara saygı duyuyorum.
İyilik de kötülük de insandan geliyor ama içimizde yaşadığımız bu kavga sonucunda bana göre biz kötüyüz aramızda iyiler var o kadar…
İnsanlar genç yaşlarında ölmesin!
Bu kadar isim saydım, isterseniz size PKK tarafından bu hayattan koparılan Türk ordusunun “kayıplarını” da anlatabilirim. Sarhoş bir sürücünün bu hayattan kopardığı gencecik ışık dolu hayatlardan bahsedebilirim.
Hayat dolu eğitimli, kalifiye bu ülkenin geleceği insanlar #bettertogether diye çıktıkları yolda birlikte sonsuz oldular. Sekiz başka hayat, onların aileleri, anneleri babaları ve diğerleri hepsinin kesişme noktası bu olay.
Tanrı’dan rahmet, sevenlerine sabır diliyorum.
“Hep fakir çocukları mı ölecek biraz da zengin çocukları ölsün” diyen zihniyet haklı olsa David Rockefeller ölmezdi. Tabi sen bunu nereden anlayacaksın…
Ölüm gelirse ismine cismine bakmaz!
“Ben giderim adım kalır; dostlar beni hatırlasın” diyen ustalara selam olsun bu dünya onların kalbinde daha güzel…
Hikmet Savatlı