
Ramazan ayını Hacivat ve Karagöz ile yaşan çocuklardık bizler. Mahallede yaylada, ramazan pidesi için oruçlu oruçlu kuyruğa girip, sol omuzundaki Şeytan’ın al bi ısırık tavsiyelerini duymamak için koşarak eve gelirdik. El elden bir iftar telaşıdır gider. Anneler bir yandan, çocuklar bir yandan. Ramazan benim için ayrı bir telaştır.
Annem ve babam sağlık sorunları baş gösterene kadar her ramazan mütemadiyen oruçlarını tutarlardı. Tabi yaşlılığın getirdiği hastalıklardan ötürü, tansiyon hapıydı, şuydu, buydu derken oruç tutmanın onların sağlığını engelleyeceklerini düşündüklerinden oruç tutmayı bıraktılar.
Her ramazan, yaz ve kış fark etmeden çorba ile açılan iftarlar ardından, iftariyelikler ile birlikte mis gibi pide. Beden öyle alışırdı ki bünye, ana yemeğe gelmeden tıkanır, bir sigara molası verirdi babam. Annem tabaklarımıza yemekleri koyar, yatana kadar yemeyi sürdürürdük. Kuru baklava seven babamın Ramazan başında aldığı baklava oturma odasında kapaklı bir tabakta durur, yemek sonrası hepimiz birer kare alırdık. Hoş kardeşimle ben birden fazla alırdık. Üzerine de buz gibi suları içerdik.
İlk tutuğum oruç hangisiydi tam olarak hatırlamıyorum. Çocuk orucu diyerek alıştırmadan bir oruç uydurmuştu bizimkiler. Sadece ben ve kardeşim için değil bütün kuzenlerim olarak bu yalandan orucu tuttuk biz. Sabah kahvaltı ediyorduk, öğlen yemeği ve iftarda bir daha yiyor arada hiç bir şey yemiyorduk. Daha doğrusu bize böyle söylenmişti.
Müslüman olmamızdan ötürü, dinimizi tanıyabilmek için bunlar zaten evlerimizde bizlere öğretiliyordu. Şahadet ediyorduk, namaz kılmayı öğrendik, hacca daha gidemedik, zekât vermek için yaşımız küçüktü ama oruç tutabilirdik. Sanırım ilkokul üç olmam gerekiyor. O zaman hepimiz daha bir inanan Müslümanlardık! Adını hatırlamadığım; şişmanca, oruçlu olduğunu söyleyen bir çocuğu sıranın altında çikolata yerken yakaladığımda, kimse görmesin diye burada yiyorum dediğini hatırlıyorum. Hatta öylesine inanmışız ve korkutulmuşuz ki, hazırlığı bitirdiğim sene İngiltere’ye gittiğimde her öğün bu yemeğin içinde domuz var mı diyen bir arkadaşım, Müslümanlığı elden gidecek korkusu ile bu tavuğun içinde domuz var mı dediğinde adam “Tavuk ulan bu!” gibisinden şaşkınlığını gizleyememişti. Gülmüş ve afiyet olsun demiştim…
O yaşımdan bu yaşıma oruçluyum diyerek, oruç tutmayan çok kişi ile karşılaştım. El gördülük için ibadet etmenin ne demek olduğunu hala anlayabilmiş değilim. İftardan beş on dakika önce, mutfakta masaya oturur, annemin sofrayı hazırlamasına yardım ederdik. Pencereden görünen cami ışıklarının yanmasını önümüzdeki çorbanın dumanı gözümüze gelirken beklerdik.
Eğer ki Ramazan nefis terbiyesi ise, kendini Müslüman olarak dillendiren pek çok kişi bu öğretiyi doğru yorumlayamamıştır. Ben biraz farklı düşünüyorum; oruç tutmak senin bedeni açlığın üzerinden sana anlatılmak istenen bir araçtır ve bu sebepten dolayı bir şarttır. Sonuç değildir yani, aç kalarak sana dünyada bulunan açlığı, çekilen acıları sorgulatmak için yapılıyor. Burada simgesel bir anlam kazanan nefis terbiyesi; “haram” kavramı üzerinden senin kendine hakim olmanı sağlamaya çalışıyor. Daha açık olmak gerekirse; rüşvet/kul hakkı yeme diyor (gözünü seveyim Türkçe döndü dolaştı yeme içmeye getirdi lafı okurun aklı karışacak başka bir örnek bul), kendini kontrol etmeyi öğren diyor kısaca.
2010 senesinde Yozgat Sorgun otobüs terminalinde, bineceği otobüsü bekleyen Cumhuriyet Savcısı bir sigara yakar, iki kişi tarafından önce “ramazan ayında sigara içmeye utanmıyor musun!” ile başlayan sözlü, daha sonra da fiziksel saldırıya maruz kalır. Şimdi nerede bunun “nefis terbiyesi”? Bilmem anlatabiliyor muyum?
“Ayıp! Olan var olmayan var”
Sosyal medyada resim paylaşıyorsanız, oruçlunun canı çeker diye düşünmeyin, yediğinizi saklamayın. Bana göre eğer ben nefsimi zaten iyi terbiye edebilmişsem senin yemene nefret ile değil hoş görü ile bakmam gerekir. Range Rover alıp otobüs durağının önünden geçtiğinde, yayanın canı çeker demediğine göre, aynı sistem devam etmelisin.
Tabi herkesin Müslümanlığı kendine, Amerika’da okuduğum yıllarda da oruç tutardım. Hatta biz Türk çocuklar, sözleşmiş gibi tiril tiril giyinip bayramlaşmamızı yapıp Westchester Camiinde tanımadığımız adamlarla kucaklaşarak bayram namazı bile kıldık. Yeri geldi, ayaküstü bir avuç tuz ile yeri geldi kallavi sofralarda iftar ettim. Çok şükür demeyi bildikten sonra her sofra Allah’ın sofrası her cami onun evidir. İşin güzelliği “O” ibadetin yapıldığı her yerdedir.
Bilemiyorum, belki hatır gönül işi yazdığım bu yazıları zorla okuyorsun! Haddim olmayarak bir tavsiyede bulunayım; kulaktan dolma bilgilerle yaşama dinini! Sana kitap göndermiş, “OKU” demiş! Tuttuğun orucun anlamını bilmeden tutmuş olmak için tutarsan bana göre bu “el gördülük” olur. Mustafa Kemal Atatürk’ün teşviki ile Elmalılı Hamdi’nin tefsirini okumanı ve kendince oradan çıkarımlar yapmanı tavsiye ederim.
Tüm inanan kardeşlerimin Ramazan-ı şeriflerinin hayırlara vesile olmasını Allah’tan niyaz ederim.
Hikmet SAVATLI |The Wisdom