
Yıllardır süre gelen saçma ve garip soruları bir düşün.-“kim o?” sorusuna yanıt her zaman
-“Benim” olurken esasen senin kim olduğun pek bir anlaşılmasa da kapı her zaman açılır.
Bir yerden gelmişsin, seni görünce
-“geldin mi?” diye yapıştırmazlar mı soruyu!
Bunların bana göre en komiği, uçak seyahatlerinden sonra ben sağ salim indim diyecek olursun, sana dönüş bir soru ile yapılır.
-“hah! İndiniz mi?” yok anasını satayım inmedik! pilotun canı sucuk çekmiş Afyonda durduk! Buradan adamın canı bir şey çekmezse son varış noktasına gideceğiz.
Valla yıllarca dayandıktan, beyefendi gibi cevaplar verdikten sonra bu tarz saçma sorulara gerektiği gibi cevaplar veriyorum.
-sen mi geldin? Sorusuna, “Bilmem gelebildim mi?” yada hadi bakalım biri geldi ama bil bakalım kim! Diye kontra bir cevap vermem olası. Tabi burada söylenmeyecek akıl sınırları çerçevesinde edebi bilgilerden bir demet çiçeği de yakana takabilirim.
Yorucu bir günün ardından eve gelmiş ve bu sorularla karşılaşmadan kanepeye kadar gidebilmişsin diyelim. Şöyle iki dakika gözlerimi kapatayım deyip şekerlemenin karamelize olmuş halinde bir noktada iken,
-Uyudun mu?”
Yoo! Tam ağaca çıkacaktım üstüne geldin diyesin gelmez mi? Benim geliyor…
Soru sormak güzeldir. Hani sora sora Bağdat bulunur derler ya! Doğru, lakin şu mizaçta bizim bu beyin yapısına göre kurgulanmamış. Mesela alternatif bir beyin fırtınası ile Bağdat caddesine gitmek için soralım.
Bu arada sokaktaki hitabet sıfatlarına ifrit olurum ama ne yaparsın, sokağa çıkarken tanımadığın adamla kardeş, amca, abi, emmi, dayı, enişte gibi akrabalıkların, Doktor, Hoca gibi ihtisas alanların olacağını tahmin etmelisin. Kaldı ki doktor olabilmek için onca sene okul okuyor adam, yanında atıyorum fırıncı var ona Doktor bir bak diyorlar ben fenalaşıyorum…
Sor mesela,
Pardon! Bağdat Caddesine Nasıl Giderim?
Alternatif cevap1:
-Gidemen dayıoğlu, polis caddeye çıkışları kesmiş yürüyüş mü ne mi varmış!
Tam peki diyecek ve camı kaldıracak olursun,
Ama dur! Zulada bir bilen var ona çığıracak!
Alternatif senaryo 1: bu iki öküz arabaya kendi arabaları ve ben harbi birinin dayıoğluymuşum gibi binecekler. Ve bilinmez yerlerden beni Bağdat caddesine çıkaracaklar. Yüzsüzce bide taksi parası isteyecekler.
Alternatif senaryo 2: Zuladaki sığır, sigarasını bırakacak ağır adımlarla, çayırdaki günlerini özlemle anarak yanımıza gelecek; bana Adana’daki sarı çizmeli Memed Ağa’yı tanıyıp tanımadığımı sorarak, arabanın motor gücüne değinip benim sigortaları zorlayarak bir cevap verecek.
Alternatif cevap 2: valla emmoğlu diye başlayıp 8 sağ, 3 sol, tekel, okul, diye devam edip beni caminin oradan ya beni Bağdat Caddesine yada ruhumu bedenimden çıkaracak.
Tabi alternatif sonlar ve cevaplara daha nicelerini eklemek mümkün.
Bazen de oradaki turisti bulursun, kimi zaman oradaki turist sen olursun.
Pardon Bağdat caddesine nasıl giderim? Abi valla turistim ben!(Tamam ama ağlama)
Aslında kızmamak lazım, bu sorular seni zorlamak yada bıktırmak için sorulmuyor. Şartlı refleks olmuş birçoğu. Soruya soru ile cevap vermek/almak seni hedeflerinden alıkoymasın. Bugün kullanılan çok şey “bu nasıl olur?” sorusu sorularak yapıldığına inanıyorum.
Edirne’den içeri girip Ardahan’dan dışarı çıkıncaya kadar “bu nasıl olur?” sorusuna alacağın cevap ya “nasıl, nasıl olur?” Dur yada “ne? Nasıl olur?” dur!
15/04/2015 www.citymersin.com da yayınlanan yazım
Hikmet Savatlı | TheWisdom