Gıt Gıt Gıdak

Hikmet Savatlı - 15 Eylül 2015

Ruhani CV

Hikmet Savatlı - 15 Eylül 2015

Expo 2015 Milano

Hikmet Savatlı - 15 Eylül 2015

Bilin bakalım hangi ülke dünya fındığının  %97’sini yetiştiriyorum üstelik aganigi naganigi diye bas bas bağırıp Edirne’yi geçince fındıklı lokum bile dağıtamıyor?

Geçtiğimiz haftalarda İtalya’daydım. Sebebi ziyaretim İtalyanlara kaptırdığımız Expo’yu nasıl beceremediklerini görmek ve onlarla dalga geçmekti. Bu arada basketbol milli takımımız Avrupa şampiyonasında “makarnacı” İtalyanları yenmiş, ben garibanı da havamızı binbeşyüz sanarak uçaktan inmiştim.

Tabi böyle şeyler Amerikan filmlerinde olur! Muhteşem bir şehir, muhteşem bir organizasyon.

Daha üç ay önce yaptığım Milano gezi notlarımı www.hikmetsavatlı.com adresinde gezi yazıları altında okuyabilirsin. O zaman hem bağımsızlık günü hem de Expo çalışmaları bir araya karıştığından şehir merkezinin her tarafında bir düzenleme, bir tadilat işi vardı. Hatta sevgilim ile Expo Geri Sayımı tabelasının önünde resim çekilirken gelip görsek ya demiştim.

Kısmet oldu yine Milano’dayız…

Benim Avrupa’da en sevdiğim şehirler arasındadır Milano. Hala bıkmayarak oynadığım Rome Total War serilerinden ve bayılarak okuduğum tarih kitaplarından, filmlerinden; her köşesinden tarih fışkıran bir ülkedir. Aklında bulunsun bir New York değildir ama her daim iyi bir fikirdir.

Dönelim konumuza.

Program biraz yoğun, uçaktan indik Como’da yemeğe gittik, akşamüzeri serbest zamanda yağmurlu bir Milano gecesinde, sevgilimle, iki aşık, el ele tutuşarak yağmur altında ıslandık ve Venedik kapısı dedikleri yere kadar romantik bir yürüyüş yaptık.  Ertesi sabah Expo alanına giderek gerekli incelemeleri yapacağız.

Otobüs ile yaklaşık elli dakika bir yol gittikten sonra Expo alanına vardık. Koordinasyon harika, en ufak bir sıkışma, kalabalık, izdiham, itişme, sıra kapma yani bizim memleketin hallerini sadece Türkler etrafında varsa görebiliyorsun.

Üniversiteyi yurtdışında okumuş biri olarak kendi memleketin dışına çıkınca, ülken ile alakalı bir şey olduğu zaman gayrı ihtiyari hemen gidiyorsun. Biz de hemen Türkiye standına koştuk. 145 ülkenin katıldığı fuar alanının dördüncü büyük pavyonu. Sloganımız “Digging into history for future food” yani “geleceğin yemeği için tarihi deşiyoruz” bir de sembol yapmışız! Nar…

Tanıtım için getirilen horon ekibinin yanında gözleri kokain almışçasına açık ve aptalca gülümseyerek zıp zıp zıplayan bir nar görünce kendini tutamıyor insan…

Açıkça ve tek kelime ile rezaletti! Öncelikle milli pavyonumuzda Atatürk resmi olmamasıyla başlayayım. Dekorasyonumuz anlamsızca konumlandırılmış devasa bir çini vazo, bıkmadan usanmadan yine lale, klasik “turkish delight” yani hala lokum dağıtıyoruz. Türk kahvesi ve çay servis ediyoruz, gelen insanlara Marmaray kazılarından çıkan tarihi kalıntıların resimlerini gösteriyoruz! THY standı vardı, dünyanın en iyi havayolu, ayran aşı tadımlık veriliyordu. Daha yazmak isterdim ama bu kadar. Kendi tanıtım pavyonumuzu görünce iyi ki Expo bizde kalmamış dedim!

Yan tarafımızda Monaco onun yanında Japonya pavyonu var, kuyrukta beklemesi yaklaşık 3 saat civarı! Önceden uyarıyorlar, kuyruk idaresi için benim saydığım görevli 6 kişi vardı. Sıraya birini sokup söyle diğer stantlara yöneliyoruz. Tekrar Japonya’ya döneceğiz.

Rusya standı, ilginç bir yapı ve giriş ile karşılıyor, ülke genelinde yetişen 9 çeşit buğdaydan yapılma ülke haritası ve etrafta Rusya’dan getirilen toprak. İçeride Votka tanıtımları ve barmenlerin şovu vardı, tabi şov saat başındaydı ve bizim bekleyecek kadar zamanımız yoktu. Çıkışta küçük bir restoran, eski zamanların dekorasyonu ile yapılmış ve hediyelik eşya dükkanı. Konusu yemek olan bir tanıtım organizasyonunda bilin bakalım hangi ülkenin restoranı ve hediyelik eşya standı yoktu?

Fas pavyonu beğendiklerim arasında, öncelikle yaptıkları yapıya bakınca kendini Marakeş’de bir binaya bakıyormuş hissiyatı veriyor. İçeride ülkenin narenciyesinden bakliyatına, doğusundan batısına ne yetiştirdiyse tek tek ağacına kadar tanıtan bir yer bulduk. Aslında Fas yemeklerini denemek güzel güzel olabilirdi. Orada ilgimi çeken portakal çiçeği suyuydu. Neden bir şişe almadığımı şu an merak ediyorum! Bilin bakalım hangi ülke kendi yetiştirdiği ürünlerinin tanıtımını bile yapma ihtiyacı hissetmedi?

Sıra geliyor diye haber gelince koşa koşa Japonya standına gittik. İçeri gitmeden önce turistler için sağladıkları ücretsiz wi-fi şifrelerini vererek kullandığımız akıllı telefonlara fuar aplikasyonlarını indirmemizi istediler (app. Store’a japan expo app yazınca çıkıyor) içeri girdiğimizde ışık ve gölge oyunları ile klasik Japon sanatı tanıtıldı. Daha sonra bir odaya alındık. Sanal ortamda ışık ve hologramlar ile tarihin içerisinde samuraylar, Japon balıkları, kiraz ağaçları ve pirinç tarlaları içerisinde sanal tur yaptık. Buradan çıktığımızda ise sanal bilgi ağacının yanında bulduk kendimizi. İşte teknolojinin güzelliği burada ortaya çıkıyor. Akıllı telefonları aplikasyonları açarak bilgi ağacının içerisine koyuyorsun, yukarıdan gelen resimleri elinle tutup telefonunun olduğu yere doğru sürüklediğinde o resim ile ilgili tüm bilgiler senin telefonuna aktarılıyor! İnanması güç ama insan kendini gelecekte hissediyor. Buradan başka bir odaya alınıyoruz, geleceğin yemeği, geleceğin restoranından başka nerede daha güzel tanıtılabilirdi ki? Sanal lokantada yemek çubukları elimizde geleceğin yemeğini sipariş ettik. Muazzam bir şeydi…

Hayaller ve gerçekler!

Bu kadar bilim kurgu olayını yaşadıktan sonra, Japon restoranında yemek benim gibi bir “foodie” ya da yemek düşkünü için kaçınılmaz bir durum. Lokanta için sıra beklediğimizi sanıyordum, fakat sipariş vermek için bekliyormuşuz. Belki bu Japonya’da sıradan ve standart bir olaydır. Sıramız geldiğinde LCD ekrandan menüyü yemek resimleri ile birlikte inceledik. İstediklerimizi sanal sepete koyduk. Kredi kartımızı takıp ödemeyi yapıp elimizdeki fişlerin üzerindeki sayının siparişlerin çıktığı yerde yazmasını  takip ederek yemeklerimizi aldık.

Minikochi 1716 yılından beri Japonya’da hizmet veren bir restaurant. Hayır, yanlış yazmadım tarih doğru. Missou çorbası, arkasından karides, kalamar, kabak, patlıcan ve mantar karışık tempura. Taptaze sushi… Yanında kırın ichiban japon birası içimi güzel, sıkmıyor acı değil! Etrafında bulunan Japon restoranları ile kıyaslanamayacak kadar harika, öncelikle vıcık vıcık yağ yok, salakça bir koku oluyor o yok. Japon yemeğine olan sempatim bir üst seviyeye çıktı. Japon pavyonunu terk ederken sevgilimle aynı anda Japonya’yı programa alsak ve gitsek dedik, öyle başarılıydı.

Yol üstünde Avusturya pavyonuna uğruyoruz, bitki örtüsünün birebir getirip Alplerin havasını yaşatmışlar, öyle pek ahım şahım bir şey değil ama gelecek için oksijen üretiyoruz sloganları ile uyumluydu.

Oradan ev sahibi İtalya’nın pavyonunu geziyoruz, daha doğrusu ev sahibi olmanın avantajını o kadar güzel kullanmışlar ki! En büyük yer doğal olarak onların. Çok katlı pavyonlarını gezmek için 2 küsür saat sırada bekliyoruz ama, bana kalırsa tam bir hayal kırıklığı oluyor. Biraz zorlama gibi olmuş sanki; tabi, bunun yanında tüm şehirlerine ayrı birer yer yapılmış ve her şehir bir şekilde nesi meşhur ise gelip orada tanıtımını yaptı. Toskana’nın şarabı, Lombardiya’nın modası, nutellası, makarnası aklına gelen ne varsa tanıtımı yapılmıştı…

Yol üzerinde Fransa’nın pavyonuna geliyoruz buradan kafamızda olan birkaç yere daha uğrayıp oradan Arjantin pavyonunda yemek yiyerek expoyu bitireceğiz. Ben Fransa pavyonunu çok beğendim, ülkelerinde yetişen ne varsa getirip oraya ekip orada yetiştirmişler! İçeri girdiğinde şaraptan peynire, tatlıdan fırıncılığa bir nevi küçük Fransa’yı yaratmışlar. Hediyelik eşya dükkanının yanına 2 metrelik bir Eiffel Kulesi koymayı ihmal etmemişler. Bilin bakalım hangi ülke dünya fındığının  %97’sini yetiştiriyorum üstelik aganigi naganigi diye bas bas bağırıp Edirne’yi geçince fındıklı lokum bile dağıtamıyor? (elin oğlu senden aldığı fındıkla 5 tane Nutella standı koymuş)

Fransa’dan sonra İngiltere pavyonuna doğru yöneliyoruz, devasa bir arı kovanı içerisinde yer alan bu pavyon açıkçası pek ilgi çekici değildi.

Bana göre exponun Japonya ile birlikte benim gezdiklerim arasında en başarılı pavyon Kazakistan pavyonuydu. Uzun bir bekleyiş esnasında yan tarafta herkesin izleyebileceği bir sahnede, dans, müzik ve gösteriler hazırlamışlar. İçeriye girince ülkenin başkentinde 360 derecelik sanal turlar, kum gösterisinden Kazakistan tarihi, üst katlarda ülkenin tarımsal potansiyeli, dünyanın en pahalı havyarı olan beluga havyarının ve Elma’nın üretim yerinin Kazakistan olduğunu öğrenip şaşırdığım bilgilendirici stantlar. Daha sonra sanki Universal stüdyolarındaymışçasına birkaç boyutlu bir ülke turu yaptık ki sorma… Bizim Kazakistan’a gitmemiz lazım diyerek oradan ayrıldık. Ama aklımız kalmadı değil.

Bu kadar kuyruk bekleyip çemberi daralttıktan sonra saat akşam 9’a gelirken Avatar filminden arakladıkları “the tree of life” ya da “ the life tree” “hayat ağacı” şovunu izlemek üzere Exponun simgesine doğru birer gelato alarak yürüdük. Tabı tıklım tıklım 40 dakika süren bir su, ışık ve müzik gösterisi bir solukta izlerken sabahtan beri ayakta oradan oraya dolanan bizler değildik…

Kapanışı sevgilimin yorumu ile yapmak istiyorum:

Uzman görüşü J

Expo Milano’nun Özeti…


Milano Expo’yu gerçekten hak etmiş. Bir Expo İzmir gönüllüsü olarak İzmir’in Expo’yu almasını çok istemiştim. Ancak hükümetçe yaratılan kösteklilerle bu mümkün olmamıştı. Bugün kurulan Türk Pavyonu da maalesef ayni rüzgârın, vizyonsuzluğun urunu. Yaratıcılıktan anladıkları horon tepip çiçek dağıtmakla sinirli kalıyor. Aday İzmir’e ait özgün hiçbir şeye yer verilmemiş. Tanıtım çok çok zayıf. Hiç beğenmemenin ötesinde keşke hiç yer almasaymışız diye hissettim. Expo’yu hiç bir yönüyle anlayamamışlar. Oysa “Yemek” ana temalı Expo’da yıllardır böbürlendiğimiz Türk mutfağını iyi tanıtabilir, reklam yapıp turizme katkı sağlayabilirdik. Hiç olmamış. Ortadoğu ve Afrika ülkeleri bile kendilerini daha iyi pazarlıyor. Favori ülkelerim kesinlikle Japonya ve Kazakistan. Japonya her zamanki gibi teknoloji ve yenilikleri en iyi sekliyle kullanıp müthiş bir gösteri hazırlamış. Geleceğin restoranında dijital sushi yemek çok ilginç bir deneyim oldu. 3 buçuk 4 saate varan sıralarda bekleyen insanlar çıktıklarında tüm o bekleyişi unutup “iyi ki” izledim diyordu.


Kazakistan ise beni oldukça şaşırttı. 2 saat suren bekleyişin sonunda gördüm ki kendini en iyi tanıtan ülke Kazakistan olmuştu. Kazakistan pavyonundan çıktığımda tek isteğim en kısa zamanda Kazakistan’a gitmek oldu. Hem tanıtım hem de izleyicilere kendilerini iyi hissetme sansı veren interaktif bölümler içeriyordu. Gitme şansınız varsa kesinlikle ısrarla tavsiye ederim.
İtalya ise Expo’daki organizasyonel başarısını pavyonunda bana göre ne yazık ki gösterememişti. Sıradanlığın az ötesine geçebilmişti. Aynalı salon dışında çok farklı değildi. Uzun kuyruklar beklemeye değmeyeceğini düşünüyorum.


Fransa konuyu anlayıp iyi hazırlanmış ancak şaşırtıcı olmayı başaramamıştı. Keza İngiltere de kısıtlı yemek kültürünü yarattığı ari kovanı konsepti ile fazla aşamamıştı. Brezilya, Avusturya vs gibi ortalamayı aşan bazı ülkelerde vardı. Ancak benim Japonya ve Kazakistan’dan sonra bir 3. Yok.
Şansınız, imkânınız varsa Expo’ya mutlaka gidin. Gidin ve ülkemiz hangi noktada iyice görün, düşünün…

Ayşın AKYARLI SAVATLI | #mylittletouristguide ‘ya bu harikulade gezi için sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Hikmet  SAVATLI | The Wisdom| Gourmet de débutant