
Parçalı bulutlu bir ocağın 16. günüydü, senesi mühim değil! Son konuşmamızı sabahın sekizinde yaptık ve sen ilk kez bana “acele etme” diyordun. Her zaman ki sıradan koşuşturmalarımıza anlamsız telaş ekleyerek peşinden koştuğumuz sen! Allahallah, gidicisin galiba hayırdır ? dediğimde kahve içiyorum, birazdan biter görüşmelerimiz var hadi sallama dediğinde ben zaten evden çıkıyordum.
Beş dakika geçmemişti ki telefon geldi…
Ambulans gelmiş, ben gelememiştim. Hastanenin yoğun bakımında biryerlerde buldum seni. Üzerinde birsürü alet, etrafında bir sürü beyaz önlük. Sen ve ben vardık gibiydi ama sanırım sadece ben varmışım. Elektro şok, kalp masajı, elektro şok, kalp masajı…
Koşarak kendimi hastahaneden dışarı attım. Bir sigara yaktığımı ve o sırada babamın yanıma geldiğini hatırlıyorum. Konuşmadan anlaşmanın ne olduğunu o an gördüm ben. Sonrasında ağladım, hıçkırıklar yutarak, sövdüm bağırdım çağırdım.
Gasilhanede yatan cansız bedenine sarıldım elini öptüm. Teyzem geldip kardeşim kalk gidelim dediğinde ayakta durmakta zorlanıyordum. Sen ki cenazeleri sevmez görünmez tarafından kaçar giderdin. Şimdi musalla taşının üzerinde yatan ve kaçamayansın. Kendi dilimde tanrıya yakardım, istedim ki bu kötü şaka, kabus adına ne dersen bitsin!
Çocukluğumun hayal kahramanı dayım…
Düğün kıyafetini bile çok iyi hatırlıyorum, bembeyaz ayakkabıların ve takımın ne güzeldi nasil da imrenmiştim. Annemden gizli nasıl da gitmiştik dondurmacıya ve sonra benim bademciklerim şişmiş hasta olmuştum. Bütün kuzenlere saatlerce kazananı olmayan dans yarışması yaptırmıştın ya. Tabi bir de bana fotoğraf makinası diye yutturduğun otomatik flash var…
Keşke bir önceki gece gel dediğinde gelseymişim. Son defa kadehleri tokuşturup, ingilizcenin tüm akıcılığı ile “yes” deseydin. Balık Ayhan’a bi yirmilik sıkıştırıp neden saçların beyazlamış arkadaş diye coşkuyu verseydim. Eşşoğlueşşekler beni ağlatacakmısınız diye çıkışta. Bir elin sandalyenin arkasında diğer elin boynunda kultablasında unuttuğun sigaran ile yeniden benimle otursan ve ben sana en çok Ali’yi seviyorsun değil mi diye yine sorsaydım…
Ne o kabus bitti, ne de sen geri geldin.
Dört kolluyu ilk ben tuttum, sıra bittikçe başa geçtim, başa geçtim, başa gectim. Mezarın içinde bekleyen “en sevdiğin” yeğeninin kucağına bıraktım seni. Ellerimle attım ilk toprağı, küreğin o soğuk yüzü ile toprak atmak istemedim. Herkes gidene kadar ağladım biliyor musun?
Hep gelemesem de, hiç gelemesem de, bir alo kadar yakınında olamasam da biliyorum sen hep benim yanımdasın. Son ziyaretimde mezarının üstünde bir yarış kuponu bulduğumda ağlayarak gülmenin ne olduğunu öğrendim…
Okuduğum bir yazıda dahi dayı kelimesi geçtiğinde gözlerim dolarken bu yazıyı nasıl yazdığımı tahmin ediyorsundur.
Çok isterdim oğlum ile tanışmanı…
Parçalı bulutlu bir ocağın 16. günüydü ve sen çocukluk kahkahalarımın bir kısmını da alarak söylediğin şekilde “kuş gibi” 52. Yaşının 13. Gününde uçtun gittin…
Bir dayı, bir ağabey, bir arkadaş, bir dost kaybettim ben. Sensiz gecenin altı senenin ardından hep bir kahkaha eksiğim, yattığın yer gülistanlık mekanın cennet olsun güzel Dayım…
Seni çok özledim
Acelen neydi be Firuze!
Hikmet SAVATLI | The Wisdom